gastepress.com'a özel açıklamalar yaptığı röportajında, Şairlerin Gözleri yenibaharları saklasa da şefkatin zerresine muhtaç olduklarını bu hayatlarında sevgi, merhamet olmadığından değil, insanın yazgısına duyarlı olmalarından kaynaklandığına işaret etti.
SÖZ USTALIĞINI KURDUĞU CÜMLELERİNDEN YANSIYOR
Aşkın şiirle beslenen nehirlere tutunduğunu anlatan şairin kalbinin narinliği aşikâr. Şair yenilmesi en zor bir kahraman olsa da, billur bir fanusçasına ufacık bir dokunuşla kırılan bir kalbe sahiptir. Hayatın kendisi beni şiirin kucağına bıraktı. Derin sular içerisinde kaderi yazan kalem gibi gördüm dizeleri. Şiir gönül pınarı, İçeride bir kaynak olmasa çağlamaz. Öyle bir kaynak varsa, ben buna ateş diyorum, mutlaka kendine bir yol bulur ve gün yüzüne çıkar…
"Akalemler dergisinde yayınlanan son şiirinizde “şair kalbi narindir kırılır bin yerinden” diyorsunuz şairi ve şiir kırılgan yapan nedir?"
Şairler her ne kadar, bir nevi “ölümsüz” olsalar da, belki de bunun bedeli olarak hüzün yumağından örülü elbiseler giyen insanlarda. Gözleri yenibaharları saklasa da şefkatin zerresine muhtaçtırlar. Bu, hayatlarında sevgi, merhamet olmadığından değil, insanın yazgısına duyarlı olmalarından kaynaklanır. Şiir bahçelerinde çiçekler açtırırlar ki dünyayı yeniden şekillendirsinler. Yüreklere aşkı düşüren güllerin bağbanıdır onlar. Bununla beraber şair zamanın çiçeklere vefası olmadığını iyi bilir ve güzelliğin düşmanlarının hiç az olmadığının da farkındadır. Zaman, ihmalin çiçeklerini büyütürken, arınmanın yollarına ermek için, insanın yüreğindeki baharın farkına varması gerekir. Şehirlerin soğuk kucağından, mavi sokak lambalarının buz kesen yanından, kimsenin duymadığı şiirlerin sıcaklığına sığınarak sabahı bekleyebilir ancak. Aşkın şiirle beslenen nehirlere tutunduğunu anlatan şairin kalbinin narinliği aşikâr, kırılganlığı ise suskun papatyalar misali. Şair, dalların ucundaki günün kırıntısını, alnı yangın yerine dönse de, gözlerini düşleriyle yıkadıktan sonra, karanlığın bağrına salan insandır. O, yenilmesi en zor bir kahraman olsa da, billur bir fanusçasına ufacık bir dokunuşla kırılan bir kalbe sahiptir. Mesela, bir güzel çıkar “kara” der, o da “ Bana kara diyen dilber, Kaşların kara değil mi?” diye cevap verirken, asırlardır söylenen sözleri, şairin/ozanın ne kadar kırılgan bir yürek taşıdığını göstermez mi?
"Üç şiir kitabı yayınladınız bunlar nasıl oluştu? Sizi şiire yönelten olgulardan söz edebilir misiniz?"
Üç yıl içinde nerdeyse peş peşe üç şiir kitabım yayınlandı. Bunlardan "Yol Düşlerim" Geçit Yayınları 2013 ilk yayınlanan kitap oldu. Hayat bir yolculuktur esasında. Çocukluğumdan beri içerimde biriken şiirleri bir yerde acemice olsa da özündeki ateşi koruyarak okuyucuya aktardığım bir çalışma oldu Yol Düşlerim. Sonrasında ise "Suskunluğum" Şiir Vakti Yayınları 2014’de yayımlandı. Bu kitapta ise ilk kitaptan farklı yapılar inşa ettiğime inanıyorum daha büyük ve kendi içinde tutarlı olarak. Bu bana bakan yanlarıydı iki kitabımın. Her ikisinde de konu insanın macerasından başka bir şey değildi. Ancak karanlıkta el yordamıyla hareket ettiğimi fark ettiğim bir anda gözlerimi biraz dinlendirdim ve kulaklarımı açtım sonuna kadar. Kayseri’deki sanatçı vasatından gelen her eleştiriyi içimi acıtsa da kaydettim zihnimin bir tarafına. "bende saklı" Şiir Vakti Yayınları 2016’da yayımlanması bu gayretin meyvesi oldu. Bu nedenle de 2016 Yılında Türkiye Yazarlar Birliği Kayseri Şubesi’nce Yılın Şiir Kitabı seçildi.
Hayatın kendisi beni şiirin kucağına bıraktı. Yıldızlara böldüğüm yalnızlıkla başka türlü nasıl baş edebilirdim. Bu benim değil insanlığın yalnızlığıdır esasında… Ben bunu hissettirmek için şiire yöneldim. Derin sular içerisinde kaderi yazan kalem gibi gördüm dizeleri.
"Akalemler dergisin geldiği yeri ve Türk edebiyatının içinde bulunduğu durumu nasıl değerlendirirsiniz?"
Akalemler Dergisi 31. Sayısına ulaştı. Selçuk Şamil’in Fanus yazısında belirttiği gibi her türünden edebi yazılara yer verilmekte, üstelik çığırtkanlık yapmadan mütevazı çizgisini korumaktadır. Onca dergi arasından herkesin ilgisini çekmeyi başarması da takdire şayan. Kendilerine ayrılan zamanı edebiyatın her türüyle dolduran yazar kadrosu hareketli bir yapıya sahip. Kültür ve medeniyetin canlılığını devam ettirdiği yerlerin dergiler olduğunun farkında olarak hareket etmekteler. Bu nedenle bir okul haline geleceği günler, bu gayret devam ederse, çok uzak olmasa gerek. Türk Edebiyatı geldiği yer hakkında bu işin “Aksakallıları” nice sözler söyledi ve söylüyor. Ben de bir kalem erbabı olarak edebiyatımızın geleceği için sadece şair yok şiir yok ya da eser yok denmesinin ötesinde yazılan eserlerin yok sayılmamasını bunun yerine okunarak eleştirisinin yapılmasını ve bu şekilde bir eleştiri kültürünün yerleşmesini arzuluyorum. Bunun edebiyatımızın geleceği için hayati önem taşıdığına inanıyorum.
"Burhan Kale kendi şiir mecrasıyla Türk şiiri arasında nasıl ilişkiden söz edilebilir. Şiirde geleceğinizi nasıl görmek arzusundasınız?"
Şiir gönül pınarı, İçeride bir kaynak olmasa çağlamaz. Öyle bir kaynak varsa, ben buna ateş diyorum, mutlaka kendine bir yol bulur ve gün yüzüne çıkar. Bu çıkışa bir nizam vermek de şaire düşer haliyle. Ben şiirimde o içimden coşup gelen ateşi hissettirmek istiyorum bu nedenle biçimden ziyade öze odaklanıyorum. Eskiden insan özüne daha yakın ve gerçek manada daha saftı. Bugün gelinen noktada her eli yüzü temiz olanın kalbi temiz olmadığı görüldü. Mükemmel ölçüler içinde kötü şiirler yazılabildiği gibi dışardan bakınca ölçüsü görünmeyen ancak o ölçüyü mükemmel olarak içinde barındıran ve insan ruhunu etkileyen şiirler de yazmak mümkün. Ben bu zirveyi zorlamak istiyorum. Bununla beraber Burhani mahlasıyla ozan yanımı da ortaya dökmekten çekinmiyorum. Seyrani şiirime bu bağlamda bakılabilir. Şiir kitaplarım ve sonrasında dergilerde yayımlanan şiirlerim yayımlanma sırasına göre değerlendirilmelidir. Bu yapılırsa Türk şiirine bir değer katıp katmadığım ancak zamanla görülecektir. Türk şiiri sadece üzerine tabiri caizse mektepliler değil şiiri içinde yaşayan şairler de söz söylemelidir. Eleştiri yapanlar dâhil herkes eleştiriye açık olmalıdır. Birileri edebiyat ve şiiri “boş işler” kabilinden görmekten vazgeçip gereken değeri verirlerse, bir şehrin sanatçıları o şehrin kütüphanelerini dolduracak kadar eser verir. Ancak şunu da unutmamak gerekir ki sanatçı acıyla dolmadan, ıstırapla yol almadan şaheserler meydana getiremez.
"Zaman zaman sizden hikâyelerde okuyoruz. Bu tutumunuz edebiyatta çok yönlü olmak arzusundan mı kaynaklanıyor sebebi nedir?"
Ondan fazla hikâyem var. Yazmayı seviyorum. Deneme yazmayı da seviyorum. Ancak şiir beni her zaman kendine çekiyor, şiirde kaybolup şiirde kendimi buluyorum. Edebiyatın diğer dallarında da yazmam gerektiğine inanıyorum. Kendime dokunan öncelikle kendimi etkileyecek durum ve kısa olaylar üzerine yazmayı seviyorum. Hikâyelerimde de şiire yakışacak özenli cümleler kurmak hoşuma gidiyor. Üzerine eğilirsem daha iyi olacağımı biliyorum.
"Okurlarınıza bu sorular dışında neler söylemek istersiniz?"
Okumaktan vaz geçmesinler. Roman, hikâye ve deneme okusunlar. Şiiri öylesine okumasınlar! Çünkü okurken şiiri hissederek okusunlar. “Göllerde bu dem bir kamış.” olmak için o demi yakalasınlar. Dergileri mutlaka takip etsinler. İçinde kayboldukları şiir ve yazıları saklasınlar. Bir gün bir “sessiz gemi” ye binmek ya da başlarını “han duvarlarına” yaslamak isteyebilirler.
ÖZEL RÖPORTAJ Remzi Yıldırım gastepress.com
SÖZ USTALIĞINI KURDUĞU CÜMLELERİNDEN YANSIYOR
Aşkın şiirle beslenen nehirlere tutunduğunu anlatan şairin kalbinin narinliği aşikâr. Şair yenilmesi en zor bir kahraman olsa da, billur bir fanusçasına ufacık bir dokunuşla kırılan bir kalbe sahiptir. Hayatın kendisi beni şiirin kucağına bıraktı. Derin sular içerisinde kaderi yazan kalem gibi gördüm dizeleri. Şiir gönül pınarı, İçeride bir kaynak olmasa çağlamaz. Öyle bir kaynak varsa, ben buna ateş diyorum, mutlaka kendine bir yol bulur ve gün yüzüne çıkar…
"Akalemler dergisinde yayınlanan son şiirinizde “şair kalbi narindir kırılır bin yerinden” diyorsunuz şairi ve şiir kırılgan yapan nedir?"
Şairler her ne kadar, bir nevi “ölümsüz” olsalar da, belki de bunun bedeli olarak hüzün yumağından örülü elbiseler giyen insanlarda. Gözleri yenibaharları saklasa da şefkatin zerresine muhtaçtırlar. Bu, hayatlarında sevgi, merhamet olmadığından değil, insanın yazgısına duyarlı olmalarından kaynaklanır. Şiir bahçelerinde çiçekler açtırırlar ki dünyayı yeniden şekillendirsinler. Yüreklere aşkı düşüren güllerin bağbanıdır onlar. Bununla beraber şair zamanın çiçeklere vefası olmadığını iyi bilir ve güzelliğin düşmanlarının hiç az olmadığının da farkındadır. Zaman, ihmalin çiçeklerini büyütürken, arınmanın yollarına ermek için, insanın yüreğindeki baharın farkına varması gerekir. Şehirlerin soğuk kucağından, mavi sokak lambalarının buz kesen yanından, kimsenin duymadığı şiirlerin sıcaklığına sığınarak sabahı bekleyebilir ancak. Aşkın şiirle beslenen nehirlere tutunduğunu anlatan şairin kalbinin narinliği aşikâr, kırılganlığı ise suskun papatyalar misali. Şair, dalların ucundaki günün kırıntısını, alnı yangın yerine dönse de, gözlerini düşleriyle yıkadıktan sonra, karanlığın bağrına salan insandır. O, yenilmesi en zor bir kahraman olsa da, billur bir fanusçasına ufacık bir dokunuşla kırılan bir kalbe sahiptir. Mesela, bir güzel çıkar “kara” der, o da “ Bana kara diyen dilber, Kaşların kara değil mi?” diye cevap verirken, asırlardır söylenen sözleri, şairin/ozanın ne kadar kırılgan bir yürek taşıdığını göstermez mi?
"Üç şiir kitabı yayınladınız bunlar nasıl oluştu? Sizi şiire yönelten olgulardan söz edebilir misiniz?"
Üç yıl içinde nerdeyse peş peşe üç şiir kitabım yayınlandı. Bunlardan "Yol Düşlerim" Geçit Yayınları 2013 ilk yayınlanan kitap oldu. Hayat bir yolculuktur esasında. Çocukluğumdan beri içerimde biriken şiirleri bir yerde acemice olsa da özündeki ateşi koruyarak okuyucuya aktardığım bir çalışma oldu Yol Düşlerim. Sonrasında ise "Suskunluğum" Şiir Vakti Yayınları 2014’de yayımlandı. Bu kitapta ise ilk kitaptan farklı yapılar inşa ettiğime inanıyorum daha büyük ve kendi içinde tutarlı olarak. Bu bana bakan yanlarıydı iki kitabımın. Her ikisinde de konu insanın macerasından başka bir şey değildi. Ancak karanlıkta el yordamıyla hareket ettiğimi fark ettiğim bir anda gözlerimi biraz dinlendirdim ve kulaklarımı açtım sonuna kadar. Kayseri’deki sanatçı vasatından gelen her eleştiriyi içimi acıtsa da kaydettim zihnimin bir tarafına. "bende saklı" Şiir Vakti Yayınları 2016’da yayımlanması bu gayretin meyvesi oldu. Bu nedenle de 2016 Yılında Türkiye Yazarlar Birliği Kayseri Şubesi’nce Yılın Şiir Kitabı seçildi.
Hayatın kendisi beni şiirin kucağına bıraktı. Yıldızlara böldüğüm yalnızlıkla başka türlü nasıl baş edebilirdim. Bu benim değil insanlığın yalnızlığıdır esasında… Ben bunu hissettirmek için şiire yöneldim. Derin sular içerisinde kaderi yazan kalem gibi gördüm dizeleri.
"Akalemler dergisin geldiği yeri ve Türk edebiyatının içinde bulunduğu durumu nasıl değerlendirirsiniz?"
Akalemler Dergisi 31. Sayısına ulaştı. Selçuk Şamil’in Fanus yazısında belirttiği gibi her türünden edebi yazılara yer verilmekte, üstelik çığırtkanlık yapmadan mütevazı çizgisini korumaktadır. Onca dergi arasından herkesin ilgisini çekmeyi başarması da takdire şayan. Kendilerine ayrılan zamanı edebiyatın her türüyle dolduran yazar kadrosu hareketli bir yapıya sahip. Kültür ve medeniyetin canlılığını devam ettirdiği yerlerin dergiler olduğunun farkında olarak hareket etmekteler. Bu nedenle bir okul haline geleceği günler, bu gayret devam ederse, çok uzak olmasa gerek. Türk Edebiyatı geldiği yer hakkında bu işin “Aksakallıları” nice sözler söyledi ve söylüyor. Ben de bir kalem erbabı olarak edebiyatımızın geleceği için sadece şair yok şiir yok ya da eser yok denmesinin ötesinde yazılan eserlerin yok sayılmamasını bunun yerine okunarak eleştirisinin yapılmasını ve bu şekilde bir eleştiri kültürünün yerleşmesini arzuluyorum. Bunun edebiyatımızın geleceği için hayati önem taşıdığına inanıyorum.
"Burhan Kale kendi şiir mecrasıyla Türk şiiri arasında nasıl ilişkiden söz edilebilir. Şiirde geleceğinizi nasıl görmek arzusundasınız?"
Şiir gönül pınarı, İçeride bir kaynak olmasa çağlamaz. Öyle bir kaynak varsa, ben buna ateş diyorum, mutlaka kendine bir yol bulur ve gün yüzüne çıkar. Bu çıkışa bir nizam vermek de şaire düşer haliyle. Ben şiirimde o içimden coşup gelen ateşi hissettirmek istiyorum bu nedenle biçimden ziyade öze odaklanıyorum. Eskiden insan özüne daha yakın ve gerçek manada daha saftı. Bugün gelinen noktada her eli yüzü temiz olanın kalbi temiz olmadığı görüldü. Mükemmel ölçüler içinde kötü şiirler yazılabildiği gibi dışardan bakınca ölçüsü görünmeyen ancak o ölçüyü mükemmel olarak içinde barındıran ve insan ruhunu etkileyen şiirler de yazmak mümkün. Ben bu zirveyi zorlamak istiyorum. Bununla beraber Burhani mahlasıyla ozan yanımı da ortaya dökmekten çekinmiyorum. Seyrani şiirime bu bağlamda bakılabilir. Şiir kitaplarım ve sonrasında dergilerde yayımlanan şiirlerim yayımlanma sırasına göre değerlendirilmelidir. Bu yapılırsa Türk şiirine bir değer katıp katmadığım ancak zamanla görülecektir. Türk şiiri sadece üzerine tabiri caizse mektepliler değil şiiri içinde yaşayan şairler de söz söylemelidir. Eleştiri yapanlar dâhil herkes eleştiriye açık olmalıdır. Birileri edebiyat ve şiiri “boş işler” kabilinden görmekten vazgeçip gereken değeri verirlerse, bir şehrin sanatçıları o şehrin kütüphanelerini dolduracak kadar eser verir. Ancak şunu da unutmamak gerekir ki sanatçı acıyla dolmadan, ıstırapla yol almadan şaheserler meydana getiremez.
"Zaman zaman sizden hikâyelerde okuyoruz. Bu tutumunuz edebiyatta çok yönlü olmak arzusundan mı kaynaklanıyor sebebi nedir?"
Ondan fazla hikâyem var. Yazmayı seviyorum. Deneme yazmayı da seviyorum. Ancak şiir beni her zaman kendine çekiyor, şiirde kaybolup şiirde kendimi buluyorum. Edebiyatın diğer dallarında da yazmam gerektiğine inanıyorum. Kendime dokunan öncelikle kendimi etkileyecek durum ve kısa olaylar üzerine yazmayı seviyorum. Hikâyelerimde de şiire yakışacak özenli cümleler kurmak hoşuma gidiyor. Üzerine eğilirsem daha iyi olacağımı biliyorum.
"Okurlarınıza bu sorular dışında neler söylemek istersiniz?"
Okumaktan vaz geçmesinler. Roman, hikâye ve deneme okusunlar. Şiiri öylesine okumasınlar! Çünkü okurken şiiri hissederek okusunlar. “Göllerde bu dem bir kamış.” olmak için o demi yakalasınlar. Dergileri mutlaka takip etsinler. İçinde kayboldukları şiir ve yazıları saklasınlar. Bir gün bir “sessiz gemi” ye binmek ya da başlarını “han duvarlarına” yaslamak isteyebilirler.
ÖZEL RÖPORTAJ Remzi Yıldırım gastepress.com