İnsanları tarih sürecinde var olduğundan beri en büyük ihtiyaçlarından biridir inanmak. Belki yemek yemek su içmek gibi en büyük ihtiyacıdır. Neden varız? Neye inanıyoruz? Hayat şartları belki insanı hiç olmayacak kadar zorlarken insani değerleri kayıp etmeden doğru düzgün bir şekilde yaşayabilmenin daha doğrusu insani yaşayabilmenin anahtarıdır inanmak. İnanmak noktasında yada içindeki inanmamaktan dolayı oluşan boşluğu insanoğlu her zaman bir şekilde doldurmuştur. Fakat doldurduğu şeyler ne kadar vicdani ya da insani olduğu tartışılır. Özellikle bilinen tarih itibariyle Ortadoğu toplumları bilinen ilk tanrılı dine sahip bir coğrafyaya sahipdirler.İnanmak çoğu zaman insanları bir ayrıştırma sebebi olarak kimi zaman farklı bir özellik katma sebebi olarak kimi zaman da bir savaş sebebi olarak günümüzde de görmekteyiz.
Esasında kendi toplumuzun sahip olduğu inanç anlayışı olarak belki bu inanaca sahip diğer toplumlardan daha bilinçli ve daha samimi olması açısından ayırılabilir. Her ne kadar bu ayrılma bizim inanç yaşayışımza katkısı bir bütün olarak baktığımız da bir farkındalık oluşturmamaktadır. Ortadoğu toplumları ile kıyasladığımız zaman daha fazla sahip çıktığımız ya da bu yaşantıda ki yasaklanan ya da yapılması helal görülen şeylere dikkat etmemiz üzerimizde olan kulluk vazifemizi gereği kadar yerine getirdiğimiz anlamını çıkartmamaktadır. Örnek vermek gerekirse belki faiz yemiyoruz ya da faiz almıyoruz ama kul hakkını rahatlıkla yiyebiliyoruz. Bu da bu inanç değerlerinde oluşması gereken insani değerlerin eksik olduğu anlamını çıkartabiliyoruz. Aslında olması gereken bu inanç sistemininin tümüne mükellef olduğumuz ve bu mükelleflik ile bir bütün olarak yaşamımıza yön vermemiz gerekliğidir. Bunu bir bütün olarak tatbik edemediğimizde yukarıda yazdığımız temel eksikliklere neden olabiliyor. Dolayısıyla Hz Ömer’in mükemmel sözü her hücremizi çınlatıyor. İnandığınız gibi yaşamazsanız yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız.
Gazze meselesinin acısını hissettiğimiz şu dönemde islam dünyasının içinde ki ayrışma, çok seslilik, Liyakat problemleri ve entelektüel değerlendirememe sebeblerinden dolayı Emperyalist kesim İslam dünyasının içinde daha çok operasyon yapma ihtimali artmakta dolayısıyla daha öncesinde yaşadığımız trajedilere yenilerini ekleme ihtimaliminin varlığı bir müslüman olarak herkesi tedirgin etmektedir. Nasıl önlemlerin alınması gerektiği ile ilgili herhangi bir pozisyon alamama ve bu konuda Türkiye haricinden herhangi bir ülkeden doğru düzgün ses çıkmaması ayrı bir acı oluşturmaktadır. Daha dirayetli daha becerikli daha liyakat sahibi yöneticiler tarafında yönetilme istediği sosyal hak ve adalet ile yönetecebilecek müslüman liderlerin eksikliği islam dünyasını en büyük talebidir. Hz Ebubekir, ve Hz Ömer, camide hutbe verirken" Şaşırırsam ne yaparsınız?" Deyince, cemaatten biri eğri kılıcını gösterip "Seni kılıçlarımızla düzeltiriz"dediğinde Halife, "Allah a şükür ki yanılırsam beni eğri kılıcıyla düzeltecekler var" diye şükretmişti. Bu anlayış var olmasını ya da uygulanmasını istediğimiz bir anlayıştır.
İslam Dünyasının bu çetrefilli ve duyarsız durumu ile alakalı geçenlerde sosyal medyada bir münevverin ‘Ayçin KANTOĞLU’nun İslam mevcut insan bakiyesinden memnun değil kendisine yeni bir insan bakiyesi devşiriyor' sözleri bizleri yaralayan ve fakat bizlerin de tasdiklediği bir realitedir. Bu söz ile alakalı oturup ciddi ciddi düşünmemiz gereken bir sosyal negatif bir durumdur. Acaba Müslümanlar nasıl zevkle yiyip içiyorlar, nasıl rahat uyuyorlar? Din kardeşleri en aşağılık en rezil insanların ellerinde en kötü işkenceleri görürken, çeşit çeşit zillete layık görülürken? Seyyid Kutub’un bu sözleri günümüz İslam dünyasının kayıtsızlığına sorumsuzluğuna çok önemli bir isyandır.