Eskiden denince kopamadığım şeylerin arasında radyolar vardır. Hayatımıza tam olarak ne zaman girdi bilemiyorum, ama radyolu günler bir başkaydı. Belki çoğumuzun hayatında özel bir yeri vardır. Onun yerini ne televizyonlar ne internet tutabildi. Şimdi değeri bilinmese de gençlik için hiçbir şey ifade etmese de bizdeki yeri başkaydı, yine de başka.
Teknolojinin bu kadar geliştiği şu devirde dahi insan, o küçücük kutuyu ve içindeki koca dünyayı özlüyor. O zamanlar hepimizin küçük dünyaları vardı. Hepimizin olmasa da çoğumuzun, diyelim.
Hayal dünyamızı geliştiren küçük bir kutuydu adeta. Arkası yarınlar vardı çocuktuk o zamanlar, akşam saat altıda çocuklar için arkası yarınlar başlar ve biz heyecan fırtınası yaşardık; bazen yalnız, bazen komşu kızı arkadaşımla dinlerdik, iple çekerdik sonraki günün bölümünü. Her seferinde "Tüh ya, en heyecanlı yerinde bitti," derdik; "Yarın ne olacak acaba?" söylemleri ile kapatırdık günü.
Sabah 10.00'da başlayan ve birkaç tane olan radyo tiyatrosu, arkası yarınlar, hayatımıza renk katardı. Ve diğeri saat 16.20 de başlardı. Radyo tiyatrosu derken dahi müziği şu an kulaklarımda. Oyuncular, yazan Hüseyin Rahmi Gürpınar, efekt Erhan Mesutoğlu; oynayanlar (Aliye) Tomris Oğuzalp (dadı), Suna Pekuysal (Jülide), Tijen Par ve devam ederdi. Daha oynayanları sayarken içimiz kıpır kıpır ederdi. Herkes kendi hayalinde canlandırırdı oyuncuların kişilerin kıyafetini, halini, hareketini, tavırlarını; herkes kendince yorumlardı öyle şimdilerdeki gibi yarı çıplak oyunculuk, sanatçılık değildi o zamanlar. Görüntü ile değil icra edilişi ile sanat değer kazanırdı, gerçek sanat işte o zamanlardı. Şimdilerde sanatın çıplaklık içinde kirletildiği zamanlar değildi.
Estetiğin çıplaklık zannedilerek neredeyse üryana geçildiği şu devirde insanın midesi bulanıyor diye düşünüyorum. Ailece izlenebilecek, insan içine çıkabilecek bir şey kalmadı şimdilerde. Yüzün kızarmadan utanmadan izleyebileceğin. Ah küçük kutu, hayatımıza renk katan küçük kutu, nerelerdesin? Şu televizyon denen kirlenmiş ekrana hapsedildik ya, biz seni ne kadar özlüyoruz, bir bilsen.
Şarkıların, türkülerin yankılanırdı. Hele bir de Yüksel Özkasap çıktı mı, keyfime diyecek yoktu. Bir de Nuri Sesigüzel, ne güzeldi! Solistler geçidi vardı: Aliye Akkılıç'tan türküler dinlediniz, Yıldız Ayhan'dan türküler, Samime Sanay'dan "Bir ilkbahar sabahı güneşle uyandın mı hiç?", Zeki Müren'den "Yıldızlara baktırdım, fallarda çıkmıyorsun." Şarkılardan fal tuttum ikimize kaç kere, "Bir fincan kahve olsam, kırk yıl hatırım vardı."
Vardı da vardı, o küçük kutuda her şey vardı: mutluluk, neşe, renk.
Kış günlerinde ise dışarının beyaz örtü ile kaplandığı, etrafın sessizliğe ve sadeliğe büründüğü günlerde o küçük kutu dünyayı önümüze getirirdi. Görüntü yoksa da görünür olurdu her şey; bir yandan işinizi yaparken, bir kulağınız onda olurdu, dünyada ne olmuş ne bitmiş ajanslar vardı saat başı.
Genç kızlar, şarkılar eşliğinde hayallerini desen desen dokurdu halıların ilmeklerine. Bir uçtan bir uca adınız duyuluverirdi kimi zaman, o küçük kutudan, tıpkı Süleyman Öğretmenimin duyduğu gibi, tıpkı uzaklardaki dayımın, "Bu bizim Aynur değil mi?" diye sedirden fırladığı gibi.
O zamanlar ilkokula gidiyordum, karda kışta olsa, Ankara çocuk radyosuna yazdığım mektubum gitmez diye düşünmemiştim ve yollamıştım içinde iki fıkra olan. Aradan on yıllar geçti, o zamanlar da mektuplar vardı. Ben de yazıvermiştim, sevdiğim radyo programına. Çıkmaz dememiştim, gitmez dememiştim, yayınlamazlar ya boş ver dememiştim; ta uzak yollardan o köy, bizim köyümüz olan yerden, Ankara çocuk radyosuna bir mektup. Demek ki o zamanlardan seviyordum yazmayı. Ve yayınlamışlardı iki fıkramı, öğretmenim bu benim öğrencim demiş, fırlamış; daha sonra bana anlatmıştı. Öğretmen demişken, çocuk ruhundan anlayan, gelişimine güven duygusuna, bilgisine bilgi katan değerli öğretmenlerin günü kutlu olsun. Onları korkutmadan, okuldan soğutmadan, ayrım yapmadan, sınıf gözetmeden, adil ve merhametli olan öğretmenlerin günü kutlu olsun.
Ve bir radyo günlüğü de burada, sevgiyle arkası yarınlar gibi burada bitsin ve arkası yarın diyelim. Ah küçük kutu, kim ne derse desin, senin yerin başka ve ben hep seni yanımda taşıyacağım. Sen yüreğimizde, yüzümüzde bir tebessüm olarak hep yaşayacaksın. Bugününüzde, yarınlarınızda aydınlığa, mutluluğa açılsın, sevgiyle kalın.