Hızla akan bir nehir suyunda olduğunuzu hayal edin. Muhtemelen ilk olarak hoşunuza gidecek ama sonra suyun nereye aktığını, ne hızla aktığını, zarar görme ihtimalinizi vb. durumları düşünmeye başlayacaksınız. Bulunduğumuz şu dönemde nehrin hızı oldukça arttı ve hızlanan bu akışta oryantasyonumuzu kaybettikçe kaybediyoruz. Bu hız sıklıkla konuşmaya başladığımız, kaçmaya çalıştığımız belirsizlikleri doğurdu.
Her yaş grubunun yaşamının bir yerinde rastlıyoruz. Lise öğrencilerinin ‘hangi bölümü yazmalıyım? Mezun olunca iş bulabilecek miyim?’ soruları kafalarında dolanırken yetişkinlerin kafasında ise ‘İş değiştirmeli miyim? Hayatımı kurmaya nereden başlamalıyım? Kazandığım bu maaş ailemi geçindirmeye yeter mi? Evliliğim sürecek mi?’ soruları dolaşmakta. Ne yaparsak yapalım bu soruları bizler için birileri cevaplandırmayacaktır. Bu belirsizlikler içerisinde karar almak, adım atmak epeyce zor bir hal alıyor.
Belirsizliğe gösterdiğimiz tepkileri birkaç deney ile örneklemek daha doğru olacaktır. İlk olarakAmerikalı ekonomist Daniel Ellsberg yapmış olduğu deneyde bir alana iki kafes koyar. Her iki kafesin içinde de 100 er tane bilye vardır. Kafeslerden birindeki bilyelerin 50’si kırmızı, 50’si siyahtır. Diğer kafesteki bilyelerin kaçının siyah, kaçının kırmızı olduğu belli değildir. Deneklerden gözleri kapalı bir şekilde kafeslerin birinden bilye almaları istenir. Denek gözleri kapalı aldığı bilyelerin rengini bilirse 100 USD kazanacaktır. Hangi kafesten bilye almak istediği sorulunca, istisnasız hepsi renk dağılımının 50:50 olduğu kafesi seçer. Hiçbirinin seçimiyle ilgili herhangi bir mantıklı açıklaması yoktur. Dağılımın belli olmadığı kafesin deneklerdeki belirsizlik duygusunu arttırdığı görülmektedir. ‘Ellsberg-Paradoksu’ olarak adlandırılan bu davranış biçimi bize, belirsizliği azaltmak için insanların bilinmezin fazla olduğu seçimlerin yerine (“Kafeste kaçar tane kırmızı ve siyah bilye olduğu hakkında hiçbir fikrim yok.”) daha tanıdık gelen seçimleri (“Bu kafesteki kırmızı ve siyah bilyelerin kaçar tane olduğunu biliyorum.”) tercih ettirdiğini göstermektedir.
Bununla bağlantılı olan başka ilginç bir çalışmada sinir bilimci Michael Inzlicht şöyle bir deney yapıyor. Bilgisayar başında oturan denekler eğer sorulan sorulara doğru yanıt verirlerse ekranda bir ‘artı’ işareti görünüyor. Yanlış yanıt vermeleri durumunda da ekranda bir ‘eksi’ işareti çıkıyor. Bazen yanıtlardan sonra ekranda bir soru işareti beliriyor. Deneklerin beyin elektrik akımları ölçülüyor deney sırasında ve görülüyor ki, beklendiği gibi eksi işareti gerginlik ortaya çıkarırken, soru işareti de aynı şiddette bir gerginliğin ortaya çıkmasına neden oluyor. Inzlicht belirsizliğe karşı belli bir önyargımız olduğunu ve sandığımızdan daha olumsuz bir tepki gösterdiğimizi söylüyor.
Peki bu bilinmezden, belirsizlikten hoşlanmama durumu nereden kaynaklanıyor? Belirsizlikten kaçınma sebebimiz, gelecekte neler olacağını bilme ihtiyacımızdır. Bu ihtiyacı duymamızın nedeni, yaşamı önceden sezinleyip kontrol edebilmeyi istememizdir. Böylece hayat bizi hazırlıksız yakalayamaz. Ancak ne kadar kaçarsak kaçalım belirsizlikler elbette bizi bulacaktır.
İşte kaçamadığımız durumlarda belirsizliği yaşamak yerine, anı yaşamak ve adım adım hedef belirlemek, ayrıca durup düşünmek yerine hareket etmek ve hareket için seçenekler belirlemek son derece önemlidir. Seçenekler belirlendiği zaman kişide büyük bir rahatlama olur, henüz net bir çözüm olmasa da belirlenen seçeneklerin olması her şeye rağmen rahatlatıcıdır.
Huzurlu olun, mutlu kalın.
PSK. Ayşe Nur SÖNMEZ
[email protected]