Millilik topluma, belli bir kültür çevresine ve bir yaşama ortamına ait olarak doğar ve yaşar. Doğal olarak hep bir yere ait oluruz. Sözü edilen doğal aidiyet mutlak ve değişmez değildir elbet. Kendimize yaşama sürecinde başka aidiyetler edinebiliriz. Örnek gösterecek olursak eğer; tabii olarak ait olduğumuz çevreyi değiştirebilir yahut aidiyetimizi daha bilinçli bir düzeye taşıyabiliriz. Asıl aidiyetler sonuç itibarı ile düşüncelerde kesinleşir ve sonlanır.
Toplumsal durumumuzu ve konumumuzu belirleyici olan asıl etkenler son tahlilde kendi tasarım ve tercihlerimizdir. Bu seçmiş olduklarımız ise gündelik ilgi eğilim ve hedeflere dayanabileceği gibi, tarihsel ve kültürel mirastan da besleniyor olabilir ve olabilmektir bir anlamda. Kişilerin bu mirasa, bu mirasın taşıdığı değer ve tasarımlara duyduğu müşterek bağlılık, büyük bir kütle olan “millet”i oluşturur.
Bilinç kendi kültürel dünyasına dönüp kendini kendine özgü nitelikleriyle ve müştereklikler içinde tanımladığında millet olma yolunda önemli bir adımı meydana getirir. Bu süreç bilincin doğal gelişim aşamalarından başka bir şey değildir. Onlar insanların ellerinde “iyi” veya “kötü” olur. Yani asıl sorun, fikrin ve duygunun kendisi değil, onun ve ona dayanak oluşturan olgunun algılanış biçimidir. Dünyanın yeniden kurulduğu bu çağlarda doğal aidiyeti kavga konusu olmaktan çıkarmak lazımdır. Nasıl adlandırırsak adlandıralım, kendimizi bu coğrafyaya, bu kültür dünyasına ait hissediyorsak, ortada büyük bir sorunun, bir kavga gerekçesinin kalmaması barışın hoşgörünün olması gerekir.
Bunu ise en iyi yurtseverlik, millilik yani “Çanakkale Ruhu, Milli Mücadele Ruhu” yansıtmaktadır. Bu coğrafyaya bu vatana bu yurda bağlılığı yansıtan tüm aidiyet biçimleri bu coğrafyayı sahiplenmenin bir biçimidir. Var olmanın çeşitli kademeleri arasında evrensel düzeyde geçerli bir bağlantı kurmaktan geçer. Çünkü varoluşun ilk, en değerli ve evrensel halkası milli olmaktır.