Bugün biraz israf üzerine düşünelim istedim.. Aslında hepimiz biliyoruz israfın kötü bir şey olduğunu ama hayatımıza ne kadar sirayet edebiliyor acaba bu farkındalığımız? Biraz daha derinine inelim bu mevzunun.
Türk Dil kurumu sözlüğüne göre israf; gereksiz yere para, zaman, emek vb. harcama; savurganlık, olarak tanımlanmış.
Bizim ise israf söz konusu olunca aklımıza gelen ilk düşünce genelde ‘ekmek’ olur. Sonrasında yemek, giysi gibi şeyler derken liste çoğu zaman hakkettiği kadar uzun olmaz.
Ben o yüzden daha genel bir ifade kullanarak kaynak israfı diyeceğim.
Ekmeğimizi hakikaten yiyeceğimiz kadar alıp ya da pişirip küflenmeden tüketebilmemiz lazım. Peki ya suyumuzu da israf ediyor olabilir miyiz? Duş alırken? Temizlik yaparken? Sebze meyve yıkarken? Ve dahi dişlerimizi fırçalarken.. Hakikaten suyun sadece gerektiği kadarını mı kullanıyoruz yoksa ihtiyacımızdan fazlasını dikkatsizce harcıyor muyuz?
Eski dönemlere nazaran bu dönemde israfın bu kadar artmasının ana sebeplerinden birisi de teknolojik gelişmeler diyebilir miyiz? Sosyal medyanın domino etkisi mesela...
Bana göre çoğumuz sosyal medyanın, belki yarattığı belki de destekleyerek büyüttüğü bir tüketim çılgınlığı içerisindeyiz.. Bunu da 'Çağımız tüketim çağı' diyerek kanıksıyoruz.
Evimize davet ettiğimiz bir arkadaşımızla sadece bir kahve içmek istesek bile bir bakmışız hanedan sofrasına benzer bir ikram bolluğu eşliğinde gelmiş kahve. Gerek var mı hakikaten? Yoksa instagramda paylaşacak görsel mi lazım bize?
Bir diğer örnek, merasimler... Hem de her türlü merasim. Anaokulu mezuniyet töreninden tutun, bebek cinsiyet öğrenme partilerine kadar... Evlenme teklifinden tutun da kına gecesine, düğüne kadar... Ya ileride hatırlanacak birşey kalmazsa paniği ile abartıldıkça abartılan merasimler... Dehşet verecek derecede bir gösteriş için harcanan paralar. Maddi
gücü yeterli olmayan kişilerin bile bunu zaruri görerek devasa krediler ile bu işlere dahil olması...
İşin ilginç yanı da şu ki, bu tür paylaşımları sosyal medyada BBG (Biri Bizi Gözetliyor) evi (bizim kuşak çok net hatırlayacaktır) izler gibi izliyoruz insanların hayatlarını... Sosyal medya bağımlılığı dediğimiz şey, beynimizin ödül sistemi olan dopamin mekanizmasının çalışması ve aslında dopamin bağımlılığı... Bu kadar görsele maruz kalmanın yarattığı bilinçaltı kirliliğini belki başka bir zaman detaylı konuşuruz ama burada değineceğim konu tam olarak zaman israfı...
Yaklaşık yüz yıllık ömrümüzde, sevdiklerimize zaman ayırmak, sohbet etmek, güzel bir manzara izlemek, gezmek, öğrenmek, bir kitap okumak, müzik dinlemek, bir hobi ya da meslek edinmek gibi beynimizin ve ruhumuzun ihtiyaçlarını giderebilecekken, gerçekten günde birkaç saatimizi onlarca, yüzlerce insanın hayatına dair çoğu da gereksiz olan detaylara ayıracak kadar zaman bolluğumuz var mı? Yoksa zamanı da mı israf ediyoruz?
Bana göre düşünmeden israf ettiğimiz bir diğer kıymetli varlığımız da emek...
Olmayacak ya da gereksiz olan bir konuda ısrara varan emek harcamaya gerek var mı gerçekten? Örnek vermek gerekirse, dünyanın en kaliteli tohumunu götürüp Sahra Çölü'ne ektiğinizde, verdiğiniz emeğin karşılığını alma ihtimaliniz yoktur. Çünkü o iklim, o tohum için uygun değildir ve sarf edeceğiniz emek sadece ve sadece israftır..
Tıpkı müziğe, edebiyata yada marangozluğa ilgisi olan çocuğunuza özel matematik dersi vermek için hoca hoca gezdirmek gibi...
Hayatta bir alma-verme dengesi vardır. Düşünmemiz lazım, aldığım, elde ettiğim sonuç verdiğim emeğe, çabaya, paraya, zamana değiyor mu diye. Değmiyorsa çabalamak israftır. Alma-verme dengesinin bozulduğu her nokta israftır. Para verip aldığınız bir hizmet için de aynı denklemi değerlendirmelisiniz. Çocuğunuzun hatırlamayacağı herhangi bir yaşındaki doğum günü partisi için de, romantik ilişkinizdeki partnerinize zaman ve duygu ayırırken de...
Şimdi şapkamızı önümüze alalım ve düşünelim, acaba biz nerelerde israf yapıyoruz? Nerelerde tasarruf etmemiz lazım?