Haruki Murakami.
Japon yazar.
Yazmaya karar vermesiyle birlikte edebiyatta çok güçlü bir yer ve katlanarak artan okuyucu kitlesi edinmiş.
Onu bu kadar özel yapan ne?
Haruki Murakami çok ilginç bir yazar. Her yıl adı Nobel Edebiyat Ödülü ile yan yana anılsa da o muazzam haber henüz sadık okuyucularına ulaşmadı.
848 sayfalık kült bir eser olmasına rağmen sayfa sayısı sizi kesinlikle korkutmasın! Murakami evreninde, karaktelerin inşası o kadar güçlü ki, geleneksel ve modern Japon yaşamının arasına sıkışmış insanların hayatlarını izliyorsunuz.
İşin bir de Murakamice mistik boyutu var tabi. Her kitabında olduğu gibi bu kitabında da çeşitli metaforlarla zenginleştirilmiş bir girdaba kapılıp gidiyorsunuz.
Haruki Murakami
Bu girdap içerisinde her karakter kendi hayat ağını örmekle meşgul. Ve siz ağın bir sonraki düğümü düşünerek sürekli ilerliyorsunuz. Geleneksel Japon sanatının atıflarının yanısıra bolca Batı sanatı çeşnisi görüyoruz. Batı tarihe Viyana’nın karanlık sokaklarına, Kristal Gece’ye uzun uzun bakışlarla ve zamanın Alman- Japon Faşizmini kalemi ile ince ince oyuyor. Ana kahramanlarından Tomohiko Amada’nın ailesinin gücüyle uygulanan Japon bürokrasi girişimi ile Viyana’dan Nazi Faşizminden kaçırılan Amada, Japonya’ya dönünce de kardeşini Japon Faşizmi’nin sanatçı kardeşinin ruhunu teslim almasıyla, kendi canına kıymasının ardından acıyla yaşamak zorunda kalıyor.
Cesur kalemiyle 1930’lu yılların Alman ve Japon siyasasının karanlık noktalarına edebi bir üslupla saldırması beraberinde tartışmaları da getirdi.
Tartışmaları sayfalarda körükleyen Nanking Katliamı tam da Japon-Çin Savaşı bitti derken İmparator’un emriyle Japon ordularının Çin’de Nanking’e yürümelerinin ardından başlayan korkunç bir katliamdır. Murakami bu katliamı sayfalarına taşıyarak Japon toplumuna bir yüzleşme çağrısı yapıyor.
Tarihin bir hafıza olduğunu bilerek böyle bilinçli bir kurguyla okuyucu karşısına çıkması onu daha da özgün kılıyor.
Okuyun.
Okutun.
Haruki Murakami ile tanışmamış bir okuyucu çok şey kaybetmiş demektir.