BİR GÜZEL ADAM, BİR GÜZEL ARKADAŞ GÜZEL BİR GEÇMİŞ, HÜZÜNLÜ BİR HİKAYE
(1. Bölüm)
(Orta yaşlı bir adam denize bakıyordu. Elinde misinanın yalnızlığı. Uzakta gemilerin isli dumanları, sokak satıcıları, mahalle kızlarının kahkahaları.Kordonda saçlarını havalandıran imbat rüzgarı. Yanında bir çocuk elinde misina sağ bacağında metal eklemli bir ortopedik ayakkabı. Orta yaşlı adam, için için ağlıyordu gemi sirenlerinin gürültüsünde. Balık avlamak bahane hayatı ve acıyı tadıyorlardı.)
Yıllar geçtikçe, çizgiler arttıkça dünya değişmese de beklentiler değişirmiş. Alışkanlıklarımız, dünyadan aldığımız tat değişmese de dünyanın bize verdikleri değişiyormuş. Hep bundan korkarak yaşadı. Zor yılların adamıydı o. Bir sonbahar cebine koyduğu üç beş kuruş, tahta bir bavul içinde hayalleri, kaymakam emri, noterden mühürlenmiş bir diploma ile yola çıktığında geride bıraktığı hayatın dönülmeyecek bir anı olarak kalacağını biliyordu. Uzun bir adam değildi. Yuvarlak yüzlü, güzel gülen ve güzel bakan bir adamdı. Yatılı okulun ranzalarında yalnız kaldığında düşlediği hayat, sıtma ateşinden olacak onu hiç bırakmayan aralıklı karabasanlar ile yıllar geçti mezun oldu. Zor zamanlar ikinci cihan harbi yeni bitmiş, açlık yılları, karne zamanları. Okul baktı ona besledi, giydirdi, meslek sahibi etti. Okul biterken yemin töreninde giydiği üniformayı emekli olana kadar hep gözleri yaşlı büyük bir minnet ile giydi.
İstanbul hayallerinin ve aşklarının şehri. Haydarpaşa’da trenden inip sokaklarını arşınladığı sabahları hiç unutmadı. Ayaküstü çay ve çorba içilen sokak satıcıları, buğulu, isli liman kenarlarında müşterilerini bekleyen pos bıyıklı sandalcılar, bütün gece içtiği için ayılamamış dolmuş muavinlerini unutmadı. Akşamüstü vapur düdükleri, martıların aceleci çığlıkları, geceye koşan bıçkınlar, evlerine yürüyen iş kadınları hayata ait açlıkları, heyecanları, dürüst yaşamanın yorgunluğunu hiç unutmadı. Onun İstanbul’unda hayat bir başkaydı o yıllarda. Tamam evet yokluk zamanlarıydı. Yedi tepeli şehrin kalabalık caddelerinde çamur eksik olmazdı ama kadınlar ve adamlar hep temiz ayakkabılar giydiler. Tamam zor yıllardı ama temiz giyimli beyefendiler, sabun kokulu kadınlar, gözleri ışıl ışıl gençler, keşmekeşlik içindeki şehrin sokaklarına düzeni, kibarlığı ve insan olmayı gösterdiler. İstanbul’un solgun rüzgarlı kışında gri pardesüsü, boynunda yünlü kaşkolu, ellerinde deri eldivenleri kara yağız bir delikanlı olarak dolaştığı Istiklal’de hayatının aşkı ile karşılaştı. İki gurbetten gelmiş insan, İstanbul’da karşılaşan ve kısa sürede evliliğe dönüşen bir aşk hikayesi. Yakışıklı bir doğu gurbetçisi ile güzel bir Trakya göçmeni, İstanbul’un rüzgarlı boğazının rutubetini, balık kokularını, yemek ekşiliklerini bırakıp Anadolu’ya geri döndüler.
Soğuk bir memlekette başladı yorgun akşam geceleri. Adam gecelerin erken, kar yağışının çok olduğu, geceleri solgun sokak ışıklarında tek tük bezgin insanın yürüdüğü, yani kar kadar soğuk o memlekette çalışırken doğdu ilk çocukları. Uzun bir bekleyişti ama erken doğdu. Kadın uzun geceler boyunca nöbetteki adamı bekledi, karnında evladı, örgüler ördü, işlemeler yaptı, hazırlandı bebeğin giysileri. Doğum sonrası koşturmaca, gece uykusuzlukları, bebeğin büyüyen kahkahaları ile geçen bir yıl. O memleketin soğuk olur ilkbaharı. Sisli, boğazı yakan duman kokulu bir akşamında çocuk ateşlendi. Ateş değildi mesele ateş sonrasında hareket etmez oldu. Kadının kucağında gözlerinden akan yaş bebeğin yüzüne damlıyordu. Çaresizlik o kadının hikayesi oldu.Bir doktor geçerken koğuştan içeri girdi aniden. Gözlükleri kalın saçları yağlı tıknaz bir adamdı. Hızlıca muayene etti çocuğu. Elindeki toplu iğne ile dokundu bacaklarına. Derin bir nefes aldı. Koğuşun mozaikli zeminine eğdi başını. “Üzgünüm benim çocuk gibi çocuk felci bu” dedi. Kadının gözlerinden taştı üzüntü, adam ellerini sıktı, dudaklarında acı, doktor kasılan sağ elini üniformasının cebine soktu istemeden. Zaman durdu an durdu, sadece çocuğun gülümseyen yüzü asılı kaldı koğuşun duvarlarına. Çaresizlik, acı, mücadele o andan itibaren yoldaşları oldu. Bir çocuk büyüdü büyüdükçe dertleri büyüdü, karı bol, geceleri soğuk o şehirde başlayan hayat bu aileyi yıllar içinde Türkiye’ye savurdu. O karlı şehirde başlayan mutluluk o karlı şehirde gözyaşına dönmüş, hayaller yürekleri boğan acılara çevrilmişti. Bir tren kasasına yüklenmiş eşyalar bir akşamüstü yeni bir hayata doğru başlayan bir yolculuk. Adam kucağında ki çocuğuna sıkıca sarılmış kadının elinden tuttu. “Hadi hanım daha çok yapacağımız şey var hayırlısı” dedi adam. Hava kararıyordu. Tren sallanarak terkediyordu peronu. Kadın gözleri camda ağlıyordu.
Vabi sabi ???????????????????????? Harikasınız. Teşekkürler…
Teşekkür ederim
Bu hikâyenin devamını okumak isterim. Muhteşem