13. yüzyıldan günümüze yeryüzünde yaşamış, ulvi değerlerin evrensel sembolü olarak da halen gönüllerde yaşamaya devam eden Hz. Mevlana.
O, Anadolu’da doğan bir güneş, sevgi ışığıyla da tüm dünyayı aydınlatan aşkın simgesi.
O, ‘’ Gel her ne olursan ol yine gel ‘’ çağrısıyla, evreni şefkat ve merhametle kucaklayan hoşgörü abidesi.
O, yaşam tarzıyla dünyanın doğusu ve batısı arasında gönül köprüsü kurmuş, bilgeliğiyse herkes tarafından kabul görmüş bir âlim.
O, okuduğu kitaplarla yetinmeyip, aldığı ilimle de aşkla delice yanan bir öğrenci. Şems ile tanıştıktan sonraysa kalıpların dışına çıkan bir derviş.
O, manevi yaşamın özü. Şems’in bir kuyumcu gibi aşkla işlediği ilahi bir cevher.
O, Aşk’ı ile ilahi sırları keşfeden bir kâşif, yetinmeyip keşfini de gelecek nesillere aktaran bir tebliğci.
O, ‘’ Dert de sensin dermanda/ Hastada sensin doktorda / Kış da sensin yazda / Hadi Şems gel artık, gel de bitsin şu ayrılık ‘’ diyerek vuslat ile yanan, özlemini ise dizelere döken bir şair.
O, dostun terk edip aklın gidişiyle birlikte, Aşk’ın ‘’ Ney ‘’ halini alarak, ruhun Sema’ya doğru dönüşü. Dönüş buya, varken yok yokken var olma, sonsuzluk seferi düğün gecesi.
O, kurduğu Mevlevilik Yolu ve söylediği ‘’ Benim Mesnevi Kitabım, Birlik Dükkânıdır ‘’ sözündeki tevazu haliyle sığınılacak bir dergâh.
O, dünyaya insan sevgisi ve barışı anlatan, dinlerin ötesinde de herkesin ulaşabildiği bir elçi. Ve o’nun Mevlana’dan Rumi’ye, Belhi ‘den Molovi’ye büründüğü farklı coğrafyalarda farklı kimlikleri.
O’nun diliyle mana bulup dudaklarından çıkar, hiç kimsenin ifade etmeye cesaret edemediği aşkın dizeleri.
Aşk, aşk, aşk… Yaşamın ana felsefi, Aşk. Ve bütün amaçlanan o aşkın varoluşu ve bilinirliği içindir. Bu bilinirlik ise Allah’a olan aşk, O’nun kuluna olan sevgidir.
O, yaşadıkları ve eserleriyle zamanı aşarak ölümsüzleşen kalbi evreni saran, ideal insan.
Sonuç itibariyle insanlığın bugün ki ahvaline bakıldığında hamlıktan ne zaman kurtulacağız merak hali...