Yaklaşık 2 yıldır bütün dünyanın canına okuyan pandemi yetmezmiş gibi, bu pandeminin ekmeğini yiyen, yere batasıca siyasal ideolojilerini 'pandemi fırsatçılığı' ile harmanlayan bir iktidar mücadelesi ile karşı karşıyayız. 2 Haziran 2020'de, buldukları ilk fırsatta, sanattan ve müzikten nefretlerini gizleyemeden, 'bu insanlar ne bulacak, ne yiyecek diye düşünme acziyetini bile göstermeden' acımasızca canlı müzikleri yasaklayan bir iktidar ideolojisi... Karşı karşıya kaldığımız durum aslında pandemiden daha tehlikeli. Çünkü siyasal islamın kemikleştirdiği bürokrasi zincirlerinin altında paslanıp kalıplaşan, o siyasi 'kara' düşünceler...
Tıklım tıklım dolu otobüsler, bir stadda 40 bin kişinin sarmaş dolaş paylaştıkları o muazzam 'taraftarlık'duygusu, boşluk kalmaksızın doldurulan okul sıraları, omuz omuza yapılan ibadetler, hıncahınç yapılan siyasi mitingler... Bu liste virgülle ayırmakla bitmez dostlar. Bu yazımda, her şey 'yeni normal' adı altında serbest bırakılırken, siyasal islamın bir türlü normalleştiremediği müzisyenlerden bahseceğim.
Öfkeliyim ve sinirliyim... Aynı zamanda 'hazmedemiyorum' da...
Bugün her şey serbest bırakılırken; okullar tıklım tıklım dolarken, yani ülkemizde artık ‘sürü bağışıkığı’ uygulanırken sadece ‘bir kesim’ pandemi kisvesi altında bastırılıyor.
Hiçbir mantık ve gerekçe ile açıklanamayan, izah edilemeyen, pandemi k önlemleri müzisyenleri engelleme aracı olarak kullanan bu iktidarın ‘müziğe alerjisi’ olduğunu düşünmekten başka bir şey gelmiyor aklıma.
646 gündür bu insanları mağdur etmek niye?
Zihniyet meselesi…
Bugün ‘o saatte dışarıda ne işi vardı’ diye sorgulayan, ne giymiş diye merak eden, kadını yarım kalmış bir varlık olarak tanımlayan zihniyet… Müziği sansürleyip, sanatı susturan… O ‘kara’ zihniyet…
Neden bu inat, neden bu vurdumduymazlık, neden bu görmezden gelme…
Her geçen gün birer birer eriyor gidiyor müzisyenlerimiz. Bir bir intihar ediyorlar. Zaten normal dönemlerde de karın tokluğuna çalışan bu insanlar çok da bir şey istemiyorlar aslında. Sadece sanatlarını icra etmek, ve bir miktar geçim sağlamak, müsaade ederseniz tabii ki…
Bir sanatçı dostumla konuştum. ‘Ben başımın çaresine baktım bir şekilde ama…’ diyor. Aması o kadar çok dert yüklü ki, anlatamam.
İntihar edenler, sevmedikleri yeni bir iş alanına yönelmek zorunda kalanlar, çıkmaza düşenler…
Sonunda ne olacak peki?
Koca bir hiç. Eriyip giden insanlar bırakacaksınız arkanızda.
Dur diyin artık, karışmayın insanların özel yaşantılarına, burnunuzu sokmayın, eve kaçta gidiyorsa gitsin. ‘Hırsızın hiç mi suçu yok’ misali, biraz da hırsızda arayın suçu.
Kaldırın sansürü, özgür bırakın yaşantıları…