“Doğru olmayan, gerçeğe uymayan söz, kıtır”
“Her şey yalan ölüm gerçek”
“Ölüp gitti yalan oldu”
Türkçemizde bu şekilde kullanılıyor. 1984’lü yıllarında 1980- 12 Eylül darbesi sonrası sivil hayat ve özel müteşebbis canlanmaya çalışıyordu. Bu yıllarda eğitim de kabuk değiştirmeye başlamış, dershanelerin açılmasına izin verilir olmuştu. Aslında sağ da solda örgütlenmek için kendisine bir zemin arıyordu.
Dershaneler kurulurken bir algı üretildi. “Orta öğretim okulları yüksek öğretime öğrenci hazırlayamıyor. O halde orta öğretimlerin yüksek öğretime öğrenci hazırlayabilmesi için yardımcı bir sektöre ihtiyaç var” anlayışı üzerinde yoğun bir çalışma başlatıldı. Bu çalaşmayı önce solcular organize etti. TED mezunları bu işin içindeydi. Sonra FTÖ girdi. Orta öğretim karne doldurup genç bakım evi niteliğine itildi.
Dershanede çeşitlilik çoğalmaya başlamış, müşteri öğrenci yelpazesi genişlemişti. Artık şehirlisi, köylüsü herkes dershaneye bir ya da iki sezon çocuklarını gönderiyorlardı. Aileler, varını verip yokuna senet yapıyorlar ama, çocuklarını dershaneye yolluyorlardı.
Bu kadar özverinin olduğu bir durumda dershaneler, ailelere haddinden fazla vaatlerde bulundular. Ailelerde çocuklarından yüksek beklentilere girdiler. Çocukların yeteneklerine bakılmaksızın oluşturulan beklentiler, çocuklarda büyük kaygılara neden oldu. Oysa bu kaygının getirdiği yükü her çocuk kaldıramayacak durumdaydı. Öylede oldu. İntihar eden yüzlerce öğrenci gerçekliğiyle karşılaştık.
Dershanenin vaatleri, ailelerin oluşturduğu kaygı çocukları arayışa itti. Çocuklar tarafından bir çok savunma mekanizması geliştirildi. Bunlardan biri de yalan. Son zamanlarda ulusal düzeyde gündeme gelen, sahte doktor, sahte avukat gibi bakaları görüyoruz. Dikkat edilirse tercih edilen sahte meslekler, toplum tarafından saygın olarak görülenlerden seçiliyor. Yalanla başlayan serüven, yalanla devam ediyor. Yalan ilk zamanlarda kişiyi mutlu etse de zamanla kaygı insanın gerçeklik algısını bozarak sorunlu bir hayatı sürdürmek zorunda kalıyor. Kişinin kendi uydurduğu yalana zamanla kendisinin de inanmasına neden oluyor. Bu süreç çoklu kişiliği oluşturabiliyor. Gece başka, gündüz başka. Okulda başka evde başka. Hatta sende başka ötekinde daha bambaşka kişilikler gelişiyor.
İşte gerek aile, gerek sosyal hayat gerekse okulun oluşturduğu kaygı çarpık bir yapılanmayı meydana getiriyor. Eğitimin saç ayağı olan aile, çevre ve okul sağlıklı bir kişilik yetiştiremiyor. Çocuklarımız çoklu kişilikle yaşamak zorunda kalıyorlar.
Burada bir soru geliyor aklımıza, çoklu kişilik mi yalan söylemeyi doğuruyor, yoksa yalan mı çoklu kişiliğe neden oluyor? Tabi ki bu soru sıkı bir araştırma sonunda cevabı ortaya çıkacaktır.
Dikkat edilirse ülkede en çok revaçta olan meslekler üzerinden yalan kurgulanıyor. Kadınlarda bu türden yalan söyleme oranı daha yüksek.
Dolandırıcılığı, hırsızlığı, gasbı ve suç işleyenlerin geliştirdikleri savunma makanızlarından bahsetmiyorum. Yalansız suç işlenmez.
Yalan tüm dinlerce yasaklanmış bir davranıştır.
İnşallah yalancılardan olmayız.