Siyasi partilerin her birinin kendine göre davaları vardır.
Hemen hepsi, bir davalarının olduğunu söylerler.
Ortak nokta vatan ve İslam davasıdır.
Genel merkezlerde, genel başkan ve genel başkan yardımcıları ölçeğinde, elinde her türlü yetkiyi bulunduranların bir kısmı, davasına maaşla hizmet ederler.
Bir kısmı da maaş almadan hizmet ederler.
Ama onlarında başka bir hesapları vardır.
Hakiki manada hizmet edenlerin sayısı, birkaç kişiyi geçmez.
Dava, fedakârlıklarla sonuca ulaşır.
Para karşılığı davaya hizmet edilmez.
Ancak koltuğa hizmet edilir.
Maaşla davaya hizmet edenlerin davası, bir müddet sonra koltuk olmaya başlar.
Geçim garantisi olan o koltuğu bırakmamak için ellerinden ne geliyorsa yaparlar.
Hatta elele bile verirler.
Hani bir roman vardı. Neydi adı? Beş Silahşorlar mıydı? Aaa evet evet üç silahşorlardı.
Ne diyordu onlar. “Birimiz hepimiz. Hepimiz birimiz için”
Yani işte böyle bir durum ortaya çıkar.
En büyük sıkıntı da burada başlar.
Yıllarca aynı görevde kalırlar. Ancak ortada somut bir başarıları da yoktur.
Genel başkanlar ise nedendir bilinmez, daha başarılı olacak biriyle de değiştirmeyi hiç düşünmezler.
Aslında en büyük çıkmaz sokakta, genel başkanların bu tavrıdır.
Yukarıda tablo bu iken, il ve ilçelerdeki dava erleri, gerek para ve gerekse zaman açısından, gerçek manada her türlü fedakârlığı yapmaya devam ederler.
Hep bir gün gelecek, “her şey güzel olacak” diye ümit ederler.
Genel başkan dahil, genel merkezde söylenen her yanlış sözü, yapılan her hatayı, savuşturmak için,
Bin bir türlü savunma ve gerekçe üretmekte de üstlerine yoktur.
Genel merkezi eleştirmek mi, İtiraz mı, fikir beyan etmek mi? Haşa! O da ne?
Zaten konuşamazsınız.
Hasbelkader konuşursanız;
“Senin bilmediğin şeyler var.”
“Genel merkez öyle yapıyorsa vardır bir bildikleri.”
“Fitne çıkarma!”
“Sen hastalanmışsın.”
“Kaç üye yaptın söyle bakalım?”
“İlçene mahallene gittin mi?”
“Aidatını verdin mi?”
“Sen görevini yap.”
“Gerisini biz hallederiz.”
İtaat, evet gereklidir ama onunda şekli ve şartları vardır.
İslam da körü körüne itaat yoktur.
Sorma, sorgulama, fikir beyan etme ve uygun bir üslupla itiraz vardır.
Nisa 59
“Ey iman edenler Allah’a itaat edin.
Peygambere itaat edin ve sizden olan Ülü’l-emre de itaat edin… “
Yani itaat 3 kesime yapılır.
Allah’a(CC)
Peygambere
Sizden olan Ülü’l-emre (Yönetici konumunda olanlara)
Peki, Ülü’l emr kimlerdir?
Anne ve Babamız
İşyerinde amirimiz, patronumuz
İçinde bulunduğumuz kurum ve kuruluşun seçilmiş başkanı
Yaşadığımız bölgeye göre;
Vali, kaymakam, belediye başkanı ve ülkeyi yöneten devlet başkanıdır.
3 şekilde yöneticiye tabii olunur.
İntisap (tasavvufta bir hoca efendiye)
İttiba (Cemaatle namaz kılarken imama)
Biat (Hak ve adalet üzere yöneten başkanlara)
Yöneticiye itaatin ise belli başlı şartları vardır.
1 - Hakkı üstün tutmalı ve adaletli olmalı.
2 - Ehliyetli ve Liyakatli olmalı.
3 - Temsil etme yeteneği olmalı.
4 - İlmi yeterliliği olmalı ve istikametten şaşmamalı.
5 - Beden ve ruh sağlığı yerinde olmalı.
6 - Sorgulanabilmeli.
7 - Şeffaf olmalı ve hesap vermeli.
8 - Beceremiyorsa, daha iyisini yapabilecek birine, koltuğu devredebilecek iradeyi gösterebilmeli…
Bir zamanlar;
Ya Resulullah(Sav) bu sizin düşünceniz mi yoksa vahiy mi?
Hayır, vahiy değil. Bu benim fikrim. Diyen Resulullah’a(Sav) karşı,
Sahabeler her türlü düşüncelerini ifade edebiliyorlardı.
Ya Ömer! dün bize dağıttığın kumaştan biz kendimize elbise diktiremedik. Çünkü yetmedi.
Görüyoruz ki senin üzerin de bize de dağıttığın kumaştan bir elbise var.
Biz diktiremezken sen nasıl diktirebildin? Diye hesap sorabilen Müslüman bir topluluk vardı.
Buna mukabil, üzerindeki elbiseyi nasıl diktirdiğinin hesabını veren de bir Hz. Ömer vardı.
İki arkadaştan biri diğerini, hocasının sohbetine davet eder.
- Ben soru sorarım yalnız. Der arkadaşı.
- İstediğini sorabilirsen der. Davet eden.
Giderler.
Hoca efendinin sohbeti biter.
Davet edilen genç soru sormak ister.
Hoca efendi:
- Buyur evladım der.
- Efendim çok affedersiniz, insan dışkısı tatlı mıdır? Acı mıdır? Der.
Hoca efendi:
- Tatlıdır herhalde evladım. Diye cevap verir.
Bu sefer genç:
- Nerden biliyorsunuz efendim tadına mı baktınız? Diyerek sorusuna zirve yaptırır.
Hoca efendi gayet sakin ve tebessüm ederek şu muhteşem cevabı verir.
- Onda bir tat olmasa, üzerine konan sinek saatlerce durmaz herhalde evladım der.
Peki günümüzde?
Sorgulanamayan, sorgulasanız bile dışlanan ve dışlayan bir toplum var.
Hesap vermeyen ve hesap sorulamayan, başkanlar ve yöneticiler var.
Sorgulamaya kalksanız bile başkandan önce hemen size cephe alacak, körü körüne itaat etmiş, işgüzar saf dervişler, saf dava erleri var.
Her insan karşısındaki kişiye karşı fikrini ifade edebilme hürriyetine sahip olabilmeli.
Her yöneticide karşısındaki kişiye bu özgürlüğü verebilmeli.
Soru soramıyorsanız,
Sorgulayamıyorsanız,
Hesap soramıyorsanız,
Kendinizi hür ve özgür hissetmiyorsanız,
Düzeltemiyorsanız,
Tebdili mekânda ferahlık vardır.