( yalnız yola çıkılan bir düş öyküsü, bir hayat mücadelesi.)
2. BÖLÜM
Karanlık yollar geçti emektar magirus. Çağıltılı dereler, solgun kara topraklar, dağ yamaçları, şose yollar geçti. Arabanın gürültülü motoru yokuşlarda tıknefes oldu, düzlüklerde doru bir at oldu. Arabada saatler süren yolculuğun dostlukları ile sepetler açıldı, ekşi maya kokan ekmekler dağıtıldı karınlar doyuruldu. Dut kuruları, kayısı kakları biraz ceviz, üstüne sarılarak içilen tütün. Kadınlar gizli saklı tiryakiliklerini gizli dumanlar çekerek içlerine söndürdüler. Dumanlı köy evleri, köy çeşmelerinde üşengeç köpeklerin eşinmeleri, kahvelerden yayılan telaşe, hepsini seyrederek uyandı çocuk.
Ankara dediler, başını kaldırdı etrafına baktı. Düzenli caddeler, gri boyalı ama temiz binalar. Sokak çöpçülerinde bir telaş. Belediye otobüsleri, cadde köşelerinde ellerinde düdükleri ile trafik polisleri, gençler, askeri okul öğrencileri, küçük camekanlı tezgahlarında yiyecek satan sokak satıcıları. Bir yamacın üzerinde eski, düzlükte yeni evler. Terminalde durdu otobüs indi. Bir inzibata gideceği yeri sordu. İri uzun boylu inzibat hiç bozmadan ciddiyetini tarif etti yolu. Elinde tahta bavulu çocuk ara ara oturup bavuluna soluklanarak uzun yollar yürüdü, kenarlarında selviler, meydanlarında çınarlar dikilmiş caddeler geçti, ağaçların gövdeleri badanalanmış, girişinde askerlerin bulunduğu haki renkli bir büyük kapıya ulaştı.
Bir inzibat tahta bavullu çocuğun belgelerini kontrol etti. Karantina bölüğüne aldılar. Bavulu açtılar içindekileri bir yazıcı tek tek bir deftere kaydetti. Depodan elbiseleri, çamaşırları, postalı, terliği, traş takımı, verildi.Üzerindekileri bir bir çıkardı. Alüminyum kurnalı tahta ızgaralı hamamda yıkandı. İnzibatlar tek tek ranzalarına dağıttılar. Yatak nasıl yapılır gösterdiler. Taş binanın derin camlarından birine yakın ranzasında oturdu çocuk. Dışarıda güz dönümü rüzgarı, serin ağaç altları, tek tek düşen iri yaprakları seyretti. Evinin önünden akan dereyi, çıplak ayakla soluk soluğa koşturup suyunu içtiği pınarı düşündü. Anasının şefkatli kokusunu, babasının tezgahta dokuduğu kumaşı, tütün dumanını, abi kavgasını, kar temizlediği damdan üşüyen ellerini düşündü.
Sabah düdükle uyanıldı. Erken uyanırdı çocuk ama burada çok daha erken uyandı. Hayat boyunca erken uyanmaktan vazgeçmedi. Yatağını topladı. Terliği ile yüzünü yıkamaya gitti. Üniformasını giydi, postalının bağcıklarını bağladı. Serin bir Ankara sabahından dışarıda toplandılar. Kısa sürede sıralandılar. Ser yüzlü bir astsubay gergin suratı ile emirler vererek düzeni sağladı.sonra komutan geldi. Koca yüzlü, kalın kaşlı, uzun boylu, büyük elli, dik saçlı bir adamdı. Uzun süre seyretti düzenlemeyi. Astsubay selam verdi. Komutanın davudi bir sesi vardı ama huzurlu konuşuyordu. “Evlatlarım” dedi. “Bu millet sizi bize emanet etti. Yemedi içmedi sizin bu millete faydalı olmanız için size harcamaya karar verdi. Burası eviniz bundan sonra. Ananız babanız olamayız ama millet sizin ağabeyiniz olur. Okutacağız, giydireceğiz yedirip içireceğiz. Zamanı gelince de bu millet sizden hizmet bekleyecek. Üzerinizdeki her şey bu millete ait hiç unutmayın. Allah utandırmasın, hayırlı olsun.”
Çocuk kulakları çınlatan “sağol” nidasının ardından etrafına baktı. Elbiseler bol gelse de bedenlerine temiz ve yeni, yüzler traşlı umutlu ışıl ışıl gençler vardı çevresinde. İçtima meydanının etrafında uzun çınarları, ladin ağaçlarını seyretti. Gerilerde spor alanlarında koşan ellerinde silahları ile sürünen askeri öğrencileri, babacan eğitimcileri izledi. Ayağındaki postala baktı, üniformasının sert haki kumaşına, şapkasını düzeltti. Gün aydınlanıyordu, içtima bitmiş bölükler aralarında toplanıyordu. Yüzünü öperek gönderen anasını düşündü. “Söz ana emanet bende, seni hiç üzmeyeceğim” dedi. Kalabalığa katıldı. Kayboldu.
Askeri yatılı okul macerasının başlangıcını keyifle okudum. Teşekkürler…