Kayseri ve şehir hayatındaki düşüncelerini net şekilde açıklayan Şair Burhan Kale Kabirleri değil de kabirlerde yatan insanların yaşanılmışlıklarını önemsediğini söyledi. Tarihi mezarlarda acaba insanların hikâyeleri önemsediğini belirtiyor. Hangi şiirleri okuduklarına varana kadar merak ettiğini vurguladı. Oysa bugün yaşayan şairlerin kıymeti yaşarken dahi bilinmezken, Şair Kale’nin, düşüncesi düşündürücü boyutta. “ MEZARLARDA YATANLARIN HİKÂYELERİNİ MERAK EDERİM “Kayseri tarihinin M.Ö. IV. binden başlayıp, akabinde Asur, Hitit, Frig ve Roma devri sonuna kadarki uygarlıklardan derin izler taşıması, bu uygarlıklara ait dönemlerindeki insana dair hikâyeleri önemsememe rağmen, zihnimi çok meşgul eden bir konu değildir. Mesela Roma dönemine ait mezarlar ilgimi çekmez. Kültepe Kaniş kazıları da… Bu onları değersiz ve gereksiz kılmaz. Ancak o mezarlarda yatan insanların hikâyelerini merak ederim. Acaba o dönemde yaşayan insanların nasıl bir hayatı vardı? Hangi şiirleri okuyorlardı? Yağmurda kim şiir okumaz ki? Kayseri’de sadece maddi değil ruh dünyamız açısından da manevi izler bırakan Selçuklu Devleti, Eratna Beyliği, Dulkadiroğulları, Kadı Burhanettin, Karamanoğulları ve Osmanlı Devleti dönemlerini ve hayatlarını merak etmemin özellikle, çok derin izler bırakan Selçukluları önemsememin yadırganmaması gereken bir durum olduğunu düşünüyorum. “ ÇOCUKKEN SORDUKLARINDA DÜŞÜNMEDENŞAİR OLACAĞIMI SÖYLERDİM “Benim için her şey oyundu, Esentepe ise kocaman bir oyun parkıydı. Toz, toprakla haşir neşir olunan, çocukların mahalleyi evlerinin ayrı bir odası gibi kullandığı günlerdi. Anneler ve ablalar evin içinden çok bahçesinde zaman geçirirlerdi. Komşular akşam karanlığı düşene kadar bir arada otururlardı. Dağ eteklerine yakın bu mahalleyi halen mevcut olan bir kanal ikiye bölüyordu. Okulum kanalın diğer tarafındaydı. Mahallenin içinden geçen bu upuzun yılan, boylu boyunca yine oyun alanımızdı. Kanalın Mahrumlar tarafına yakın kısmına hâkim küçük bir tepenin tam ortasında kocaman bir karadut vardı. Ağacın gövdesini el ele tutuşarak birkaç çocuk güç bela sarardık. Koca gövdesinden uzun kollarına güçlükle tırmanır, en yakın arkadaşımız gibi dalına sarılır, ellerimizin ve üzerimizin batmasından korkmadan karadutun doyulmaz tadıyla baş başa kalırdık. Kanalın diğer tarafı dağın yamacına bakardı, büyüklerin ikazlarına aldırmaz dağın yamaçlarına çıkar daha da uslanmaz zirvelere doğru yorulana kadar durmazdık. Şehre hâkim bir tepeden aşağılara bakarak kimimiz bir gün doktor ya da öğretmen kimimiz subay ya da pilot olacağımızdan bahsederdik. Bazen de şoför olmak isteyen çıkardı aramızdan. Bana sorduklarında hiç düşünmeden şair olacağımı söylerdim. Herkes gülerdi bana. Âşık Veysel gibi mi derlerdi ben de hayır babam gibi derdim. Çünkü babam hep uzun ince bir yolda giderdi gündüz gece. Yıldızlara bakar, mehtapta hislenirdi. Kafiyeli gelirdi bana konuşmaları. Kayseri’deki tarihi eserlere bu gözle şiirsel bakarım. Gerek İslamiyet’ten önce gerekse İslami Dönemlerin eserleri olsun sorumluluğumuz bu eserlere değer vermek, değer katmak ve geleceğe intikal ettirmek değil midir? Bununla beraber İslami dönem eserlerini daha kabullenirim. Şehre yeni kazandırılan mekânlara Selçukluları çağrıştıran isimler verilmesini daha hoş görürüm. Kayseri’ye damgasını vuranların Selçuklular olduğunu düşünürüm. Hunad Hatun adına yapılan cami ve müştemilatı bunu tek başına da ispata yeter. İnsanı da şehri de ayakta tutan aşktır. Hunad Camisinde insani aşkın ilahi aşkla buluşması resmolur.Allah’ın adı anılan, eski olsun yeni olsun bütün camilerimizin manevi bir yanı, huzur veren bir ortamı vardır. Fakat Kayseri’de bana bu hazzı Hunad Camii ziyadesiyle verir. Dıştan biraz soğuk gelir nedense cahiller arasında kalan bir âlim misalidir. Tevekkel hali, içine girdiğinde değişir birden. O, tarihe mal olmuş kahraman ve samimi insanların zikirleri, ibadetleri adeta taşlara sinmişçesine ruhuma nüfuz eder. Kayseri ile beraber dünya da bütün fani işleri ile beraber mekânın dışında kalır. İçeride ışığın az olması, daha da az olduğu yerlerinin bulunması, gözün kısa sürede alıştığı loş vasatın Kur’an okuyan müminlerin sesleri ile süslenmesi, iç derinliğine yolculuğa çıkan imanlı yüreklere yer yer gözyaşlarının eşlik etmesi gözle görülse de üçler, beşler, yediler belki kırklar şehri olması gözlerden kaçan bir yanıdır Kayseri’nin.Hunad; Kayseri’de müminlerin samimi ibadet ve dualarını duaya açılan avuçlar gibi minareleri ile Allah’a arz eder ve kubbesi ile Allah’ın rahmetini şehrin üzerine getirip döker, bırakır, taksim eder. İnsanın bu manevi havayı hissedebilmek için özel bir gayret harcamasına gerek olmaması da Hunad’ı Kayseri’deki diğer yerlerden ayırır.KAYSERİ’DEKİ TARİHİ ESERLERE ŞİİRSEL BAKARIMEcdadın önüne diz çökmüş gibi,
Senden uzaklığa yaş dökmüş gibi,
Gönlüme erince gerçek sahibi;
Kayseri Hunad’a geldim kapına. Demesi tarihi mekânların özellikle camilerin hem vicdanımızla hem de ecdadımızla aramızdaki köprülerin başında geldiğini ifade etmektedir. Şairin Hunad’tan bahsederken; Kayseri Hunad’a geldim kapına. Demesi tarihi mekânların özellikle camilerin hem vicdanımızla hem de ecdadımızla aramızdaki köprülerin başında geldiğini ifade etmektedir. Şehir insanı, bakar kördür… Fakat bu körlük geçicidir Allah’tan… Çabuk döner insani yanına Kendine merhameti kaybolsa da yer yer, Allah’ın yarattıklarına merhametlidir. Burnunun ucunu göremediği zamanlar da olur şehir insanının. Başkalarının dertlerini görmezden gelmek, gözünü kapatmak ve kendi sorunlarına yoğunlaşmak hayat tarzı haline gelse de şehirlerde, Kayseri farklı bir şehirdir, camileriyle, Türbeleriyle, yaşayıp gitmiş hayır sahibi insanlarının manevi kanatlarının Erciyes’ten daha yücelere çıkan yanıyla insanı içine alır Kayseri ve sonunda kendisinden bir unsur haline getirip bırakır.Belki de bu nedenle yaşayanlara vefası pek olmasa da, kalbinin bir yanı bu mayaya değen kim olursa olsun ne kadar yer gezip tozsa da huzuru Kayseri’de bulur. Yazı, kışı, baharı, güzü belirli bir şehirdir Kayseri. Güzün ağaç yaprakları önce sarı, sonra kırmızıya döner. Fakat nasıl bir kırmızı. Kasım’ın ilk haftasıydı galiba, böyle ateş kırmızısı bir yaprağı kopardım dalından, zaten birkaç gün içinde yerle buluşacak bir yapraktı muhtemelen. Yakında bir tek yaprak kalmayacaktı ağaçlarda. Sonrasında fırtınayla, karla, yağmurla buluşacaktı. Her mevsimin hem gerekliliği var hem de güzellikleri.İnsan düşünmeyi bırakamaz. Düşünmenin sağlıklı ve faydalı olabilmesi için okuması gerekir… Her kelime bir yaprak, yapraklar düşse de mevsimi gelince yüzümüze gülecek yine değil mi? Bir kelimedir yaprak ağaçtan. Bir kelime bazen çok şeyler anlatmaz mı insana? Aşk bir kelime değil mi? Üzerine Halkımız âlim olmasa da ariftir. Cahil olan zenginler olduğu gibi âlim olan yoksullar da mevcuttur. Hayattayken kıymet verilmeyen nice insan öldükten sonra değerlenmektedir.Kayseri; serçelerin hızla uçtuğu, parkları dolduran kedilerin uyuşuk halleriyle sokaklara taştığı, yoksulların gözetildiği, hayır sahiplerinin çokça olduğu, güvercinlerin kanatlarında geçmiş ile bu günün birleştiği, Erciyes’in belki de hakkı olmasına rağmen gururu bir tarafa iterek bir ders verircesine ağır başlı bir duruşa sahip olduğu, faniliğimizi iliklerimize kadar hissettiren yanık sesli hafızların okuduğu akşam ezanlarının mor bulutlara sarılan güneşin son ışıkları ile birlikte şahane bir gökyüzünü resmettiği, her türlü gayret ve çalışmalarına rağmen trafik curcunası içinde insanının şehri yok etmek istercesine cadde ve sokaklarını, alış veriş merkezlerini doldurduğu, buna karşılık her seferinde ona yenildiği bir şehirdir.Eski zamanlar yeni zamanlar birbirleri içine girmiş hep beraber bugünü yaşarlar. Mimar Sinan’ın eseri Kurşunlu Camii’nin yanındaki parkta sırtında boya sandığı ile çocuklar gezerlerdi gençlik zamanlarımda. Elleri kirli, yüzleri boya olmuş halleri ile ayakkabı boyamıyorlar da oyun oynuyorlar gibi gelirlerdi bana. Çocuklar hiç usanmadan gelir gider “Abi, boyuyum mu?” der, boyatmazsan az sonra çekirdek satan çocuklar gelir “Abi şemşamer isten mi?” der, rahatça oturamazdın parkta. Derken ezan okunur, bir anda cami avlusu dolar taşardı, bu kadar insan nereden çıktı, ne zaman geldi anlayamazdın.Mimar Sinan’ın eseri olan caminin içi çok güzeldir. İçerisi dışarıdan daha aydınlık gelirdi bana bu gün de öyle gelir gerçi. Kubbesi, pencereleri ve mimarisi ile ruhunu arındırmış, kalbi güzel insanların geleceğe sundukları bir armağandı bu cami. Fakat bizim de onu geleceğe taşımak gibi bir sorumluluğumuz vardı. Hala da var bu sorumluluk omuzlarımızda. “ ŞEHİR İNSANI BAKAR KÖRDÜR!Fakat bu körlük geçicidir Allah’tan. Çabuk döner insani yanına… Kendine merhameti kaybolsa da yer yer, Allah’ın yarattıklarına merhametlidir. Burnunun ucunu göremediği zamanlar da olur şehir insanının. Başkalarının dertlerini görmezden gelmek, gözünü kapatmak ve kendi sorunlarına yoğunlaşmak hayat tarzı haline gelse de şehirlerde, Kayseri farklı bir şehirdir, camileriyle, türbeleriyle, yaşayıp gitmiş hayır sahibi insanlarının manevi kanatlarının Erciyes’ten daha yücelere çıkan yanıyla insanı içine alır Kayseri ve sonunda kendisinden bir unsur haline getirip bırakır. Belki de bu nedenle yaşayanlara vefası pek olmasa da, kalbinin bir yanı bu mayaya değen kim olursa olsun ne kadar yer gezip tozsa da huzuru Kayseri’de bulur. Yazı, kışı, baharı, güzü belirli bir şehirdir Kayseri. Güzün ağaç yaprakları önce sarı, sonra kırmızıya döner. Fakat nasıl bir kırmızı. Kasım’ın ilk haftasıydı galiba, böyle ateş kırmızısı bir yaprağı kopardım dalından, zaten birkaç gün içinde yerle buluşacak bir yapraktı muhtemelen. Yakında bir tek yaprak kalmayacaktı ağaçlarda. Sonrasında fırtınayla, karla, yağmurla buluşacaktı. Her mevsimin hem gerekliliği var hem de güzellikleri. “ İNSAN DÜŞÜNMEYİ BIRAKAMAZ! “Düşünmenin sağlıklı ve faydalı olabilmesi için okuması gerekir. Her kelime bir yaprak, yapraklar düşse de mevsimi gelince yüzümüze gülecek yine değil mi? Bir kelimedir yaprak ağaçtan. Bir kelime bazen çok şeyler anlatmaz mı insana? Aşk bir kelime değil mi? Üzerineciltlerle kitap yazılmamış mıdır tarih boyunca? Anne bir kelime değil mi? Bir nefeste bin defa hasreti çekilen. Kayseri bir kelime, Erciyes öyle değil mi? Mükemmel şehirleri yoldan, köprüden, binalardan, alış veriş merkezlerinden ibaret görmek gerçekleri yansıtır mı? İnsanı da doğuştan yani yaratılıştan getirmediği şeylere sahip olma çabasının altında kendini unutan bir varlık haline getirmek insanla beraber şehirleri de bitirir. Şehir ile insan beden ile ruh gibi olmalıdır. İnsanın edebi ve kültürel yanının beslenmesi, entelektüel potansiyelinin arttırılması şehrin çehresine yansır. “Tok” insandan sanatçı olmaz, sanatçı “aç” insandan çıkar derler. Bu açlık bedenen açlığın ötesinde bir anlam taşısa gerek. Merhametin kaybolduğu, daha da tehlikelisi fena amaçlar için suiistimal edildiği vasat olmamalıdır şehir. Herkesin doğru yaptığına inandığı, eleştiriye tahammülün olmadığı, dillerdeki ile kalplerdekilerin örtüşmediği, bedenen insan iken ruhen kemale ermenin yanına yaklaşılamadığı bir şehir ortamında üretilen edebi ve kültürel ürünlerin “alıcısı” olmaması normal değil midir?Dünyamızın kutuplarda basık kendine has bir şekli olduğu, zannedersem 23 derece 27 dakika eksen eğikliğine sahip bulunduğu, bu eğiklik olmasa mevsim değişmelerinin olmayacağı ve gece gündüz sürelerinin birbirine eşit olacağı, güneşin doğuş ve batış saatlerinin hep aynı olacağı gibi bilimsel konuları okul yılları gördüğüm derslerden hatırlarım.Bence, ruh ve duygu dünyamızdaki eksen eğikliğini kültür ve sanat eserleri sağlıyor, bu sayede tek düze hayatımızda geceler gündüzler arasında farklılıklar oluşuyor, mevsimler gibi anlar yaşıyoruz. Şiir bir ifade şeklidir. İnsanız ya duygularımızı, hasretlerimizi, hayallerimizi ifade ederiz. Bunlar da yaşamak gibi değişkenlik gösterir günden güne. Şiir dile bambaşka bir kimlik kazandırır. Tabii şehre de. Burada özne vazifesi şaire düşer. Şair, seçtiği kelimelerle şiirsel dönüşümü başlatır. Kelimelere esneklik, estetik ve derinlik kazandırır, fikir çilesi ve gönül ateşinde pişirdiği kelimelere. Özelliği ve özneliği bundandır şairin. Her şeyin başı aşktır… Aşk olmazsa Kerem olmaz. Çöle düşmez Mecnun, çölleşmiş yürekler aşkı göremez. Yahya Kemal boşuna dememiştir, Mehlika Sultan'a âşık yedi genç, Kara sevdalı birer âşıktı, Mehlika Sultana âşık yedi genç, Gece şehrin kapısından çıktı diye. Şair çok önemsemez önemsenmeyi. Başkalarının peşinde koştuğu şeylerden o kaçar köşe bucak. Bazen değer verilmeyen, sunduğun bu mu deyip küçümseyerek bakılan şiirsel dönüşüm değerinin içine öyle dalar ki ışığı gören en küçük nokta kadar bir delik bırakmaz derininde, erbainini tastamam yapar, bitirir. Sonrasında ise ışığından gözü kamaşanları ayıplamaz. Şehir bu erbaine merkez olmayı başarırsa gerçek anlamda şehir olur. Ve gerçek anlamda şair de böyle şehirden çıkar.Şair “Deryaya akan ırmağın katre olur sellerine” der Seyranice. İçinde pişmeyenin yani olmayanın, ham yanı ağır basanın şiiri ağır aksak olur çünkü şiir okuru besler okur da şiiri öyle seçer. Şairin okuru yetiştirmesi şiirde kemale ermesi ile mümkündür. Şiir kendi dönüşümünü ara vermeden devam ettirir. Makarrı Ulema olması için şehrin, Nizamül Mülke ihtiyaç vardır. Bulut olan gökte güneş zuhur etmez. Fakat yine de aydınlatır. “ KAYSERİ’DE ŞİİR BURCU İNŞA EDİLMELİ “Yaşadığımız şehirlerde sadece kentsel dönüşüme tanıklık etmemeliyiz, zihni ve kalbi dönüşümü de gerçekleştirmeliyiz. O halde niçin bir şiir burcu inşa etmeyelim Kayseri’de? Bu kimin umurunda olur? Kayseri’yi sevdiğini söyleyen herkesin umurunda olması gerekir. İstanbul azizdir, yedi tepesinden ona bakan Yahya Kemal’in gözüyle bir asırdır hepimiz bakmıyor muyuz İstanbul’a? Bir asır sonrasında Kayseri’yi pastırma ve sucuk dışında şairleri, yazarları geleceğe inşa eden eserleri ile de bilmeli ve tanımalıdır insanlık.Şiir bizimle birlikte dünyaya gelir sonra biz gideriz şiir kalır. Aynı şehir gibi. Bizden sonraya kalan şiir ve şehir bir noktada buluşmalıdır. Neden? Bizim diğer milletlerden farkımızı göstermek ve medeniyetimizin inşasında temelin sağlam atılabilmesi için.Şiir içimizin ışığıdır aynı zamanda. Önce şehrin şiire açlığının farkına varması gerekir. Genel itibariyle ülkemizde kültür sanat faaliyetleri moda tabiriyle popüler kültürden uzaklaştıkça topluma yaklaşacağının daha doğrusu onun bir parçası olacağının farkına varması gerekir.Kayseri İç Anadolu’nun incisidir, derler. Kayseri’de kültür ve sanat hayatı canlı ancak bu ışık fener misalidir. Önümüzü görürüz, doğru adımlar atabiliriz, düşmeyebiliriz. Ancak sanatçı toplumu da aydınlatmalıdır. Böyle bir aydınlanmanın kıvılcımları yükselmelidir şehirden. Yeterli olmasa da bu canlılık ümit vericidir. Şairin insani yanından kaynaklanan kimi kusurlar zamanın süzgecinden geçer gider unutulur, kalburüstünde bir sessiz gemi bırakırsak şehir sanatla buluşur.“ ŞAİRİN İÇİNDEDİR ŞİİR “Şehirse üzerindedir her şeyin. Oysa şiiri hiçbir şey kuşatamaz. Bazen bir ihtiyarın çaresizliği bazen serçenin kırık kanadı bazen saksıda bir çiçek bazen de bir küçük çocuk şiire konu olur. Hayat şairi besler çünkü şair de hayatın içindedir, kalabalık içerisindeki insanın yalnızlığını ilk şair duyar aşkını da. İnsanın neşesinden çok hüznü besler şairi. Çünkü Anadolu’nun derdi, acısı bitmez. Aşkını kilime dokuyan insanımızın sözün gücünü göz ardı etmesi düşünülebilir mi?Şiir; atmosferin en üst tabasındadır şehirse en alt. Hayat yolculuğundaki durakların levhalarında şiir vardır insan için. Kimi gün uzun ince bir yolda, kimi gün bir han duvarındadır. O gurbette değildir gurbet onun içindedir. Şair unutulsa bile şiir yaşamaktadır. Şehrin ise aklı gözündedir bu nedenle şairi unutursa şiiri de yok sayar.Şiir; yürekli, sabırlı insana özgüdür. Bugün için değil yarın için yazarız. İyi şiir zamanla yeni kalır fakat şair zamanla yaşlanır. Şair de şiir de yaşadığı dönemde daha değerli aslında fakat bunun farkında olunması için şehrin kendine gelmesi gerekir. Şairin tabiri caizse mabedi sükûttur. Şehir insanının manevi yanı güçlendirilerek tarih şuuru kazandırılırsa şehir şaire yer olur. “ ŞİİR YAŞADIKÇA ŞEHİR ÖLMEZ ”Çocuklar severler şiir okumayı, onları şiirlerle dolu bahçelerde yetiştirmeliyiz aslında. Bu yönde moda tabirle dönüşüm projeleri hazırlanmalıdır. Şiir dört duvar arasına ya da deftere, kitaba sığmaz. İnsanın bedene sığmayan yanı şiirde görünür. O bir duyuştur, hissediştir. Bedenden ziyade kalple ilgilidir, maneviyata yakınlığı maddeye yakınlığından çok daha fazladır. Bu anlamda şiir şehre de sığmayacaktır. Şehri kanatlandıracak şey şiirdir. Şiir insanı kuşatır, bilinmeyenlere doğru alır götürür. Sözü gündelik hayatın bir parçası olarak kullanıp tüketenlerin, şiiri de sadece söz olarak görmeleri gerçek anlamda şiir okuyucusunun azlığının değer bilmezlerle de kuşatıldığı bir dünya gerçeğiyle bir yerlerde buluşması, şairin ruhundan, kalbinden damıtıp en hassas imbiklerde süzdükten sonra şekillendirip okuyucunun karşısına çıkardığı şiirlerinin kendisinden uzun ömürlü olmasını sağlayacaktır. Çünkü değer zamanın tortusudur.
Bir adam, bir kadın ve bir çocuk için yazmaya devam etmeliyiz. Şiiri diğer kitle iletişim araçlarının gösteremediği yanları sunmak için yazmalıyız. Yaşadığımız şehirde büyük bir salonun insanımızla dolduğu ve o salonda bizi tanımasalar bile bir saat şiir okuduğumuz halde kimsenin sıkılmadığı bir gelecek uzak değildir. Şiirin el üstünde tutulduğu bir gelecek. Çünkü şiir yaşadıkça şehir ölmez. “ bu demli sözler ile Şair Burhan Kale’ye teşekkürler.ÖZEL RÖPORTAJ HABER/Remzi Yıldırım/gastepress.com
Senden uzaklığa yaş dökmüş gibi,
Gönlüme erince gerçek sahibi;
Kayseri Hunad’a geldim kapına. Demesi tarihi mekânların özellikle camilerin hem vicdanımızla hem de ecdadımızla aramızdaki köprülerin başında geldiğini ifade etmektedir. Şairin Hunad’tan bahsederken; Kayseri Hunad’a geldim kapına. Demesi tarihi mekânların özellikle camilerin hem vicdanımızla hem de ecdadımızla aramızdaki köprülerin başında geldiğini ifade etmektedir. Şehir insanı, bakar kördür… Fakat bu körlük geçicidir Allah’tan… Çabuk döner insani yanına Kendine merhameti kaybolsa da yer yer, Allah’ın yarattıklarına merhametlidir. Burnunun ucunu göremediği zamanlar da olur şehir insanının. Başkalarının dertlerini görmezden gelmek, gözünü kapatmak ve kendi sorunlarına yoğunlaşmak hayat tarzı haline gelse de şehirlerde, Kayseri farklı bir şehirdir, camileriyle, Türbeleriyle, yaşayıp gitmiş hayır sahibi insanlarının manevi kanatlarının Erciyes’ten daha yücelere çıkan yanıyla insanı içine alır Kayseri ve sonunda kendisinden bir unsur haline getirip bırakır.Belki de bu nedenle yaşayanlara vefası pek olmasa da, kalbinin bir yanı bu mayaya değen kim olursa olsun ne kadar yer gezip tozsa da huzuru Kayseri’de bulur. Yazı, kışı, baharı, güzü belirli bir şehirdir Kayseri. Güzün ağaç yaprakları önce sarı, sonra kırmızıya döner. Fakat nasıl bir kırmızı. Kasım’ın ilk haftasıydı galiba, böyle ateş kırmızısı bir yaprağı kopardım dalından, zaten birkaç gün içinde yerle buluşacak bir yapraktı muhtemelen. Yakında bir tek yaprak kalmayacaktı ağaçlarda. Sonrasında fırtınayla, karla, yağmurla buluşacaktı. Her mevsimin hem gerekliliği var hem de güzellikleri.İnsan düşünmeyi bırakamaz. Düşünmenin sağlıklı ve faydalı olabilmesi için okuması gerekir… Her kelime bir yaprak, yapraklar düşse de mevsimi gelince yüzümüze gülecek yine değil mi? Bir kelimedir yaprak ağaçtan. Bir kelime bazen çok şeyler anlatmaz mı insana? Aşk bir kelime değil mi? Üzerine Halkımız âlim olmasa da ariftir. Cahil olan zenginler olduğu gibi âlim olan yoksullar da mevcuttur. Hayattayken kıymet verilmeyen nice insan öldükten sonra değerlenmektedir.Kayseri; serçelerin hızla uçtuğu, parkları dolduran kedilerin uyuşuk halleriyle sokaklara taştığı, yoksulların gözetildiği, hayır sahiplerinin çokça olduğu, güvercinlerin kanatlarında geçmiş ile bu günün birleştiği, Erciyes’in belki de hakkı olmasına rağmen gururu bir tarafa iterek bir ders verircesine ağır başlı bir duruşa sahip olduğu, faniliğimizi iliklerimize kadar hissettiren yanık sesli hafızların okuduğu akşam ezanlarının mor bulutlara sarılan güneşin son ışıkları ile birlikte şahane bir gökyüzünü resmettiği, her türlü gayret ve çalışmalarına rağmen trafik curcunası içinde insanının şehri yok etmek istercesine cadde ve sokaklarını, alış veriş merkezlerini doldurduğu, buna karşılık her seferinde ona yenildiği bir şehirdir.Eski zamanlar yeni zamanlar birbirleri içine girmiş hep beraber bugünü yaşarlar. Mimar Sinan’ın eseri Kurşunlu Camii’nin yanındaki parkta sırtında boya sandığı ile çocuklar gezerlerdi gençlik zamanlarımda. Elleri kirli, yüzleri boya olmuş halleri ile ayakkabı boyamıyorlar da oyun oynuyorlar gibi gelirlerdi bana. Çocuklar hiç usanmadan gelir gider “Abi, boyuyum mu?” der, boyatmazsan az sonra çekirdek satan çocuklar gelir “Abi şemşamer isten mi?” der, rahatça oturamazdın parkta. Derken ezan okunur, bir anda cami avlusu dolar taşardı, bu kadar insan nereden çıktı, ne zaman geldi anlayamazdın.Mimar Sinan’ın eseri olan caminin içi çok güzeldir. İçerisi dışarıdan daha aydınlık gelirdi bana bu gün de öyle gelir gerçi. Kubbesi, pencereleri ve mimarisi ile ruhunu arındırmış, kalbi güzel insanların geleceğe sundukları bir armağandı bu cami. Fakat bizim de onu geleceğe taşımak gibi bir sorumluluğumuz vardı. Hala da var bu sorumluluk omuzlarımızda. “ ŞEHİR İNSANI BAKAR KÖRDÜR!Fakat bu körlük geçicidir Allah’tan. Çabuk döner insani yanına… Kendine merhameti kaybolsa da yer yer, Allah’ın yarattıklarına merhametlidir. Burnunun ucunu göremediği zamanlar da olur şehir insanının. Başkalarının dertlerini görmezden gelmek, gözünü kapatmak ve kendi sorunlarına yoğunlaşmak hayat tarzı haline gelse de şehirlerde, Kayseri farklı bir şehirdir, camileriyle, türbeleriyle, yaşayıp gitmiş hayır sahibi insanlarının manevi kanatlarının Erciyes’ten daha yücelere çıkan yanıyla insanı içine alır Kayseri ve sonunda kendisinden bir unsur haline getirip bırakır. Belki de bu nedenle yaşayanlara vefası pek olmasa da, kalbinin bir yanı bu mayaya değen kim olursa olsun ne kadar yer gezip tozsa da huzuru Kayseri’de bulur. Yazı, kışı, baharı, güzü belirli bir şehirdir Kayseri. Güzün ağaç yaprakları önce sarı, sonra kırmızıya döner. Fakat nasıl bir kırmızı. Kasım’ın ilk haftasıydı galiba, böyle ateş kırmızısı bir yaprağı kopardım dalından, zaten birkaç gün içinde yerle buluşacak bir yapraktı muhtemelen. Yakında bir tek yaprak kalmayacaktı ağaçlarda. Sonrasında fırtınayla, karla, yağmurla buluşacaktı. Her mevsimin hem gerekliliği var hem de güzellikleri. “ İNSAN DÜŞÜNMEYİ BIRAKAMAZ! “Düşünmenin sağlıklı ve faydalı olabilmesi için okuması gerekir. Her kelime bir yaprak, yapraklar düşse de mevsimi gelince yüzümüze gülecek yine değil mi? Bir kelimedir yaprak ağaçtan. Bir kelime bazen çok şeyler anlatmaz mı insana? Aşk bir kelime değil mi? Üzerineciltlerle kitap yazılmamış mıdır tarih boyunca? Anne bir kelime değil mi? Bir nefeste bin defa hasreti çekilen. Kayseri bir kelime, Erciyes öyle değil mi? Mükemmel şehirleri yoldan, köprüden, binalardan, alış veriş merkezlerinden ibaret görmek gerçekleri yansıtır mı? İnsanı da doğuştan yani yaratılıştan getirmediği şeylere sahip olma çabasının altında kendini unutan bir varlık haline getirmek insanla beraber şehirleri de bitirir. Şehir ile insan beden ile ruh gibi olmalıdır. İnsanın edebi ve kültürel yanının beslenmesi, entelektüel potansiyelinin arttırılması şehrin çehresine yansır. “Tok” insandan sanatçı olmaz, sanatçı “aç” insandan çıkar derler. Bu açlık bedenen açlığın ötesinde bir anlam taşısa gerek. Merhametin kaybolduğu, daha da tehlikelisi fena amaçlar için suiistimal edildiği vasat olmamalıdır şehir. Herkesin doğru yaptığına inandığı, eleştiriye tahammülün olmadığı, dillerdeki ile kalplerdekilerin örtüşmediği, bedenen insan iken ruhen kemale ermenin yanına yaklaşılamadığı bir şehir ortamında üretilen edebi ve kültürel ürünlerin “alıcısı” olmaması normal değil midir?Dünyamızın kutuplarda basık kendine has bir şekli olduğu, zannedersem 23 derece 27 dakika eksen eğikliğine sahip bulunduğu, bu eğiklik olmasa mevsim değişmelerinin olmayacağı ve gece gündüz sürelerinin birbirine eşit olacağı, güneşin doğuş ve batış saatlerinin hep aynı olacağı gibi bilimsel konuları okul yılları gördüğüm derslerden hatırlarım.Bence, ruh ve duygu dünyamızdaki eksen eğikliğini kültür ve sanat eserleri sağlıyor, bu sayede tek düze hayatımızda geceler gündüzler arasında farklılıklar oluşuyor, mevsimler gibi anlar yaşıyoruz. Şiir bir ifade şeklidir. İnsanız ya duygularımızı, hasretlerimizi, hayallerimizi ifade ederiz. Bunlar da yaşamak gibi değişkenlik gösterir günden güne. Şiir dile bambaşka bir kimlik kazandırır. Tabii şehre de. Burada özne vazifesi şaire düşer. Şair, seçtiği kelimelerle şiirsel dönüşümü başlatır. Kelimelere esneklik, estetik ve derinlik kazandırır, fikir çilesi ve gönül ateşinde pişirdiği kelimelere. Özelliği ve özneliği bundandır şairin. Her şeyin başı aşktır… Aşk olmazsa Kerem olmaz. Çöle düşmez Mecnun, çölleşmiş yürekler aşkı göremez. Yahya Kemal boşuna dememiştir, Mehlika Sultan'a âşık yedi genç, Kara sevdalı birer âşıktı, Mehlika Sultana âşık yedi genç, Gece şehrin kapısından çıktı diye. Şair çok önemsemez önemsenmeyi. Başkalarının peşinde koştuğu şeylerden o kaçar köşe bucak. Bazen değer verilmeyen, sunduğun bu mu deyip küçümseyerek bakılan şiirsel dönüşüm değerinin içine öyle dalar ki ışığı gören en küçük nokta kadar bir delik bırakmaz derininde, erbainini tastamam yapar, bitirir. Sonrasında ise ışığından gözü kamaşanları ayıplamaz. Şehir bu erbaine merkez olmayı başarırsa gerçek anlamda şehir olur. Ve gerçek anlamda şair de böyle şehirden çıkar.Şair “Deryaya akan ırmağın katre olur sellerine” der Seyranice. İçinde pişmeyenin yani olmayanın, ham yanı ağır basanın şiiri ağır aksak olur çünkü şiir okuru besler okur da şiiri öyle seçer. Şairin okuru yetiştirmesi şiirde kemale ermesi ile mümkündür. Şiir kendi dönüşümünü ara vermeden devam ettirir. Makarrı Ulema olması için şehrin, Nizamül Mülke ihtiyaç vardır. Bulut olan gökte güneş zuhur etmez. Fakat yine de aydınlatır. “ KAYSERİ’DE ŞİİR BURCU İNŞA EDİLMELİ “Yaşadığımız şehirlerde sadece kentsel dönüşüme tanıklık etmemeliyiz, zihni ve kalbi dönüşümü de gerçekleştirmeliyiz. O halde niçin bir şiir burcu inşa etmeyelim Kayseri’de? Bu kimin umurunda olur? Kayseri’yi sevdiğini söyleyen herkesin umurunda olması gerekir. İstanbul azizdir, yedi tepesinden ona bakan Yahya Kemal’in gözüyle bir asırdır hepimiz bakmıyor muyuz İstanbul’a? Bir asır sonrasında Kayseri’yi pastırma ve sucuk dışında şairleri, yazarları geleceğe inşa eden eserleri ile de bilmeli ve tanımalıdır insanlık.Şiir bizimle birlikte dünyaya gelir sonra biz gideriz şiir kalır. Aynı şehir gibi. Bizden sonraya kalan şiir ve şehir bir noktada buluşmalıdır. Neden? Bizim diğer milletlerden farkımızı göstermek ve medeniyetimizin inşasında temelin sağlam atılabilmesi için.Şiir içimizin ışığıdır aynı zamanda. Önce şehrin şiire açlığının farkına varması gerekir. Genel itibariyle ülkemizde kültür sanat faaliyetleri moda tabiriyle popüler kültürden uzaklaştıkça topluma yaklaşacağının daha doğrusu onun bir parçası olacağının farkına varması gerekir.Kayseri İç Anadolu’nun incisidir, derler. Kayseri’de kültür ve sanat hayatı canlı ancak bu ışık fener misalidir. Önümüzü görürüz, doğru adımlar atabiliriz, düşmeyebiliriz. Ancak sanatçı toplumu da aydınlatmalıdır. Böyle bir aydınlanmanın kıvılcımları yükselmelidir şehirden. Yeterli olmasa da bu canlılık ümit vericidir. Şairin insani yanından kaynaklanan kimi kusurlar zamanın süzgecinden geçer gider unutulur, kalburüstünde bir sessiz gemi bırakırsak şehir sanatla buluşur.“ ŞAİRİN İÇİNDEDİR ŞİİR “Şehirse üzerindedir her şeyin. Oysa şiiri hiçbir şey kuşatamaz. Bazen bir ihtiyarın çaresizliği bazen serçenin kırık kanadı bazen saksıda bir çiçek bazen de bir küçük çocuk şiire konu olur. Hayat şairi besler çünkü şair de hayatın içindedir, kalabalık içerisindeki insanın yalnızlığını ilk şair duyar aşkını da. İnsanın neşesinden çok hüznü besler şairi. Çünkü Anadolu’nun derdi, acısı bitmez. Aşkını kilime dokuyan insanımızın sözün gücünü göz ardı etmesi düşünülebilir mi?Şiir; atmosferin en üst tabasındadır şehirse en alt. Hayat yolculuğundaki durakların levhalarında şiir vardır insan için. Kimi gün uzun ince bir yolda, kimi gün bir han duvarındadır. O gurbette değildir gurbet onun içindedir. Şair unutulsa bile şiir yaşamaktadır. Şehrin ise aklı gözündedir bu nedenle şairi unutursa şiiri de yok sayar.Şiir; yürekli, sabırlı insana özgüdür. Bugün için değil yarın için yazarız. İyi şiir zamanla yeni kalır fakat şair zamanla yaşlanır. Şair de şiir de yaşadığı dönemde daha değerli aslında fakat bunun farkında olunması için şehrin kendine gelmesi gerekir. Şairin tabiri caizse mabedi sükûttur. Şehir insanının manevi yanı güçlendirilerek tarih şuuru kazandırılırsa şehir şaire yer olur. “ ŞİİR YAŞADIKÇA ŞEHİR ÖLMEZ ”Çocuklar severler şiir okumayı, onları şiirlerle dolu bahçelerde yetiştirmeliyiz aslında. Bu yönde moda tabirle dönüşüm projeleri hazırlanmalıdır. Şiir dört duvar arasına ya da deftere, kitaba sığmaz. İnsanın bedene sığmayan yanı şiirde görünür. O bir duyuştur, hissediştir. Bedenden ziyade kalple ilgilidir, maneviyata yakınlığı maddeye yakınlığından çok daha fazladır. Bu anlamda şiir şehre de sığmayacaktır. Şehri kanatlandıracak şey şiirdir. Şiir insanı kuşatır, bilinmeyenlere doğru alır götürür. Sözü gündelik hayatın bir parçası olarak kullanıp tüketenlerin, şiiri de sadece söz olarak görmeleri gerçek anlamda şiir okuyucusunun azlığının değer bilmezlerle de kuşatıldığı bir dünya gerçeğiyle bir yerlerde buluşması, şairin ruhundan, kalbinden damıtıp en hassas imbiklerde süzdükten sonra şekillendirip okuyucunun karşısına çıkardığı şiirlerinin kendisinden uzun ömürlü olmasını sağlayacaktır. Çünkü değer zamanın tortusudur.
Bir adam, bir kadın ve bir çocuk için yazmaya devam etmeliyiz. Şiiri diğer kitle iletişim araçlarının gösteremediği yanları sunmak için yazmalıyız. Yaşadığımız şehirde büyük bir salonun insanımızla dolduğu ve o salonda bizi tanımasalar bile bir saat şiir okuduğumuz halde kimsenin sıkılmadığı bir gelecek uzak değildir. Şiirin el üstünde tutulduğu bir gelecek. Çünkü şiir yaşadıkça şehir ölmez. “ bu demli sözler ile Şair Burhan Kale’ye teşekkürler.ÖZEL RÖPORTAJ HABER/Remzi Yıldırım/gastepress.com