Bir zamanlar ömürlük denilen evlilikler artık birkaç yıl içinde mahkeme koridorlarında sessizce son buluyor. “Bir yastıkta kocamak” sözü ise günümüzün hızlı ve tüketim odaklı ilişki dünyasında nostaljik bir masal gibi kalıyor. Peki ne oldu da evlilikler bu kadar kırılgan hale geldi?
2024 yılı Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre ülkemizde evlenen çiftlerin sayısı 568.395 olurken, boşanan çiftlerin sayısı 187.343 olarak kayıtlara geçti. Yani neredeyse her üç evlilikten biri boşanmayla sonuçlanıyor. Üstelik bu boşanmaların ardından 186.536 çocuğun velayeti verildi; her bir rakamın ardında dağılan bir aile, yarım kalan bir hikâye var.
Görünen o ki evlilik artık bir "başarı hikayesi" değil, çoğu zaman bir "deneme" olarak görülüyor. İlk anlaşmazlıkta pes etmek, ilk zorlukta geriye dönmek neredeyse refleks haline gelmiş. Oysa evlilik, sabır, empati ve iletişim gerektiren uzun bir yolculuk. Ama biz, sabırsız bir çağın çocuklarıyız.
Sosyal medya, diziler, romantik komediler bize sürekli “daha iyisi var” fikrini aşılıyor. En ufak bir tartışmada bile zihne düşen ilk soru şu oluyor: “Acaba yanlış kişiyle mi evlendim?” Oysa ilişkiler, tıpkı hayatın kendisi gibi inişli çıkışlıdır. Ancak artık kimse dağınık duygularla başa çıkmak istemiyor. Kolayı seçiyoruz: Bitirmek.
Toplumun dönüşen yapısı da bu süreci etkiliyor. Kadınlar artık daha güçlü, daha özgür, ekonomik olarak daha bağımsız. Erkeklerse bu değişime ayak uydurmakta zorlandığında ilişkilerde güç savaşları başlıyor. Yeni nesil ebeveynler ise çocuklarına sevgiyi değil, beklentiyi öğretiyor. Bu yüzden ilişkilerde sevgi vermek, sevilmeyi sağlıklı şekilde kabul etmek bile zorlaşıyor.
En büyük sorunlardan biri ise iletişimsizlik. Aynı evde yaşayıp da birbirini hiç tanımayan çiftler var. Herkes konuşuyor ama kimse birbirini duymuyor. Duygular bastırılıyor, ihtiyaçlar dile getirilmiyor. Böylece eşler değil, iki yabancı aynı çatının altında yaşamaya başlıyor.
Eskiden insanlar eksiklerini evliliğe emekle tamamlardı. Şimdi herkes “eksiksiz biri” arıyor. Oysa evlilik, iki eksik insanın birlikte bir bütün olma çabasıdır. Kimse kusursuz değil. Ama bizler, kusura tahammül edemeyen, “hata”yı artık sevgiye tercih eden bir kuşağa dönüştük.
Evlilik kurumunun yıpranmasındaki temel neden belki de şu: İnsanlar evliliğe değil, kendi kafalarındaki hayaline âşık oluyor. Gerçekle yüzleşince ise gözlerini kapatmayı seçiyorlar. Kendini tanımayan, sevmeyi bilmeyen, sorumluluktan kaçan bireyler, ilişkileri taşıyamıyor.
Bugün evliliğin değil, bireyin sağlam olması gerekiyor. Çünkü kişi kendini tanımıyorsa, sevemiyorsa, karşısındakini de sevmeyi başaramıyor. Evlenmeden önce sorulması gereken soru artık şu olmalı: “Hayatımı biriyle paylaşmaya hazır mıyım?” değil, “Kendimle yaşamaya razı mıyım?”
Belki de asıl sorun şurada başlıyor: Kimse gitmek istemiyor ama kimse kalmayı da bilmiyor. Kalmak, emek ister. Sabır, empati, onarma isteği ister. Oysa bizler “değiştir”, “yenisini bul”, “tüket” mottolarıyla büyüdük. Tıpkı eşyalar gibi insanları da kullan-at’a çevirdik.
Evet, evlilikler neden kısa sürüyor sorusunun tek bir cevabı yok. Ama sorunun temelinde bireysel olgunluk eksikliği, sabırsızlık, empati yoksunluğu ve sahte romantik beklentiler yatıyor. Ve bu tablo, bize şunu açıkça gösteriyor: Aşk yetmez; sabır, anlayış ve emek de gerek.
Sevgiyle kalın.
Yorumlar
Kalan Karakter: