İnsanın iç mimarisi, başlangıçta kendi özgünlüğünün bir tapınağıdır. Ancak modernitenin aynalı koridorlarında yürürken, ruh, kendi duvarlarına bakmayı bırakıp, sürekli olarak yansımasına odaklanır. İşte bu, Kıyasizm hastalığının başlangıcıdır. Kıyasizm, benliğimizin sürekli bir başkasının ölçü birimiyle çarpıldığı, kendi ritmini yitirmiş bir zihinsel aritmetiktir. Bu hesaplama, daima bizi eksik, yetersiz ve gölgede bırakır; zira başkasının hayatı, her zaman en parlak anlarının, titizlikle seçilmiş bir fotoğraf albümüdür.
Bu zehirli karşılaştırma silsilesinin zemininde filizlenen en karanlık tohum ise Haset'tir. Haset, basitçe kıskançlık değildir; o, bir vebalı ruh halidir. Haset, bir başkasının sahip olduğu baharın güzelliği karşısında kendi kışını sorgulamakla kalmaz, o baharın dallarının kırılmasını, çiçeklerinin buz tutmasını diler. Haset, "Bende niye yok?" sorusunun "Keşke onda da olmasaydı!" çığlığına dönüştüğü insan ruhunun en derin ihanetidir.
Kutsal Birliğin Taşlarını Çeken Girdap
Bu ikili, bireysel kalp kırıklığının çok ötesine geçer ve toplumun temelini kemiren bir girdaba dönüşür. Sağlıklı bir toplum, kolektif bir sanat eseridir; her fırça darbesi (bireysel başarı), tablonun (toplumun) bütününe hizmet eder. Fakat kıyasizm ve haset, bu ortak sanatı bir yarış pistine çevirir. Birinin ilerlemesi, diğerinin sevinci değil, öfkesi ve aşağılanmışlık hissi olur.
Bu duygusal çürüme, toplumun en kutsal değerini, yani güveni bozar. Ortak projeler, samimi iş birlikleri ve içten yardımlaşma ruhu, hasedin gölgesinde solmaya başlar. Herkes birbirini potansiyel bir tehdit, bir rakip olarak görür. Başarılı olan alkışlanmak yerine sorgulanır, daha kötüsüde alkışlıyormuş gibi yapıp komplekli bir şekilde yaşamaktır.dürüstlükle yükseldiğine inanılmaz. Çünkü haset eden ruh, adaleti değil, denkliği, yani mutlak bir sıradanlığı arzular. Bu durum, toplumsal enerjiyi yaratıcılıktan düşmanlığa, inşadan yıkıma yönlendirir. En nihayetinde, herkesin gizli bir savaş yürüttüğü, sürekli tetikte yaşadığı, sessiz bir paranoya cumhuriyeti inşa edilir.ve Bu cumhuriyetin anayasasının ilk dört maddesi Başkasının Mumunda Kendi Zifirini Görmek, Nimetin Gayrimeşruiyeti İlkesi, Gizli Sabotaj ve İtibar Aşındırma Yükümlülüğü ve son madde de ilk üç maddenin değiştirilmesini engelleyen ilkesel madde olurdu.aynı zaman da Hasetin getirdiği bitmeyen mutsuzluk döngüsünü, bireyin temel varoluş biçimi haline getirir ve iç huzuru yasaklar
Hasetin yaktığı ateş, dedikodu ve iftirayı körükler. Başkasını karalamak, kendi yetersizlik duygusunu bastırmanın ucuz bir yolu haline gelir. Böylece toplum, üretmek yerine sürekli olarak birbirinin kuyusunu kazmakla meşgul olur. Bu duygusal sefalet, bir ulusun ilerleme hızını kesen, onu kendi iç kavgalarının girdabına çeken en büyük manevi felakettir. Zira güçlü bir düşmandan bile daha tehlikelidir, içeriden gelen ve gülümseyerek zehirleyen bu sinsi ahlaki çöküş.
Bu karanlık döngüden çıkış, dışarıya bakan o acımasız gözü içeriye çevirmekle, kendi varlığımızın eşsizliğini ve her bireyin kendi ışığının kaynağını keşfetmekle mümkündür. Huzur, başkasının haritasında bulunamaz; o, ancak kendi iç denizlerimizde demirlediğimizde ortaya çıkar.
Oysa toplum, bu zehirli nehrin yatağını değiştirmediği sürece, varlığını bir vefa anıtı olarak değil, bir pişmanlık mezarlığı olarak sürdürecektir. Çünkü kıyasizm, insanı kendi tanımından, haset ise onu bizzat kendi merhametinden uzaklaştıran, en nihayetinde her birimizin kalbinde yanıp sönen bir mumun ışığına uzanıp onu söndürerek, evreni daha karanlık bir yer yapan birer gölge katildir.
"Haset, başkasının sönen mumuyla aydınlanmayı bekleyen, kör bir umuttur."
Yorumlar
Kalan Karakter: