Bazen bir acı gelir, insanın içine yerleşir ve orada kalır. Ne zaman başladı, nasıl büyüdü bilmezsin; sadece varlığını hissedersin, her nefeste biraz daha ağırlaşır. Bir yakınını kaybettiğinde, dünya bir anda anlamını yitirir. Güneş hâlâ doğar ama ısıtmaz, rüzgâr hâlâ eser ama dokunmaz. Zaman akmaya devam eder ama senin için durmuş gibidir.
O an anlarsın, yaşam dediğin şey aslında iki kelimeden ibaretmiş: “Varken” ve “yokken.” Onun “varken” hâlini öylesine kanıksamışsındır ki, “yokken” haline hiçbir şey seni hazırlayamaz. Bir sabah uyanırsın ve o ses yoktur. O gülüş, o bakış, o tanıdık nefes… Hepsi birden silinmiş gibidir. Geride kalan sadece yankılar ve o yankıların bile zamanla yavaş yavaş kaybolduğunu hissedersin.
İçinde bir feryat başlar, ama dışarı çıkamaz. Sesin boğazında düğümlenir; ağlamak istersin ama gözyaşların bile yorgundur. Sanki kalbinin içinde bir mezar açılmıştır ve sen her gün o mezarın başında sessizce durursun. İnsan ölmez, sadece yokluğunun yankısını bırakır ardında; o yankı, seni geceleri uykundan uyandırır.
Kalabalıkların içinde yürürsün, herkes bir yerlere yetişir, konuşur, güler. Senin içinse dünya bir perde gibidir artık. Her yüz, her ses bulanıktır. Çünkü senin dünyanda bir renk eksilmiştir; öyle bir renk ki, onun yerini hiçbir şey dolduramaz. Gözlerini kaparsın, yüzünü hayal etmeye çalışırsın; korkarsın. Zamanla o yüzün hatları bile silikleşecektir diye. Unutmak istemezsin, ama hafızanın bile sana ihanet ettiğini fark edersin.
İçinde sürekli bir cümle dönüp durur: “Keşke biraz daha zamanım olsaydı.”
Keşke son kez sarılsaydın, son kez gözlerinin içine baksaydın, “gitme” diyebilseydin. Ama ölüm öyle bir şey ki, hiçbir vedayı beklemez. O gelir, sessizce elinden alır sevdiklerini. Sen sadece ardından kalırsın; elinde boşluk, kalbinde koca bir yara.
Geceleri uyuyamazsın. Uykusuzluk, acının en sadık dostudur. Tavanı izlerken, zihninde onun sesi yankılanır. “Ben buradayım,” der gibi. Ama elini uzattığında hava boş kalır. O an anlarsın, ölüm sadece bedeni alır; ama sevgi, kalbinde yaşamaya devam eder. Ne var ki, o sevgi bile acıtır bazen. Çünkü her hatırlayış, biraz daha kanamaktır.
Bir fotoğrafa bakarsın gülümsemiştir. O gülümsemede bir ömür saklıdır. Zamanı geri almak istersin, ama hayatın en zalim tarafı budur: hiçbir şey geri dönmez. Sadece anılar kalır ve anılar bile bazen bir bıçak kadar keskin olur.
Sonra bir gün, acının azalmadığını ama biçim değiştirdiğini fark edersin. Artık her şeyde onu aramazsın, ama her şeyde onun izini bulursun. Rüzgârın uğultusunda, bir şarkının sözlerinde, gökyüzünün o belli belirsiz renginde… O, artık bir insan değil, bir his olmuştur. Kalbinin bir köşesinde, sessiz ama ölümsüz bir varlık gibi durur.
Ve o zaman anlarsın: Ölüm, aslında tam bir ayrılık değilmiş.
Çünkü bazı insanlar bedenen gider ama ruhen kalır. Onlar, sessizliğin içinde konuşur, rüyalarında seni dinler, gözyaşlarında yaşar.
Bir gün sen de gideceksin, belki onun yanına. Belki o zaman bu yarım kalan cümle tamamlanacak.
Ama o güne kadar, yaşamak denen bu uzun yürüyüşte, onun yokluğuyla yürümeyi öğreneceksin.
Acıyla, özlemle, ama bir o kadar da sevgiyle…
Çünkü kaybetmek, sevmenin en sessiz hâlidir.
Ve o sessizlikte, insan bazen en yüksek feryadını duyar.
Yorumlar
Kalan Karakter: