İnsanın anlam arayışı; diğer varlıklardan farklı olarak ‘gözlem, düşünme, analiz, tez - antitez ve sentez’ süreçlerini yürütebilmesinin bir sonucu. Logoterapi kuramının kurucularından biri olan ve holokost trajedisinden kurtulmayı başaran; Victor Frankl, ‘İnsanın Anlam Arayışı’ adlı başyapıtında; toplama kampındaki deneyimlerinden yola çıkarak ders niteliğinde bir serüvenin sonunda üç bölümden oluşan başyapıtının son bölümünde şu çarpıcı sentezi sunuyor; “Bazı otoritelere göre anlamlar ve değerler, savunma mekanizmalarından, tepki oluşumlarından ve yüceltmelerden öte bir şey değildir. Ama bana göre, ben sadece “savunma mekanizmalarım” uğruna yaşamak istemeyeceğim gibi, sadece “tepki oluşumlarım” uğruna ölmeye de hazır değilim. Öte yandan insan, kendi idealleri ve değerleri için yaşayabilme, hatta ölme yetisine sahiptir.”
Peki kişinin umutsuz anlam arayışı boşa çıktığı zaman ne olur? Bu; öldürücü bir durumla sonuçlanabilir diyor Frankl. Bunu toplama kampında şahit olduğu örneklerle de destekliyor. Sosyolojiye ve felsefeye merak duyan herkesin okuması gereken eserin başucu kitabı olduğunu düşünenlerdenim.
Felaket ile verilen mesaj
Ülke olarak çok büyük belki; modern dünyanın gördüğü en büyük felaketi yaşıyoruz. Amerikalı ünlü sismolog Prof. Dr. Harold Tobin; Kahramanmaraş merkezli depremleri şu ifadelerle tanımlıyor; "Çok çok uzun zamandır ki tahminim sismolojik aletlerin icadından bu yana böyle bir olay görmedik" Bu felakete her zümre kendi anlamlarını yüklüyor. Zaman, zaman medyada ya da sosyal medya platformlarında bu zümrelerin sözcülerinin ya da kanaat önderlerinin beyanatlarına denk geliyoruz. Toplum olarak yozlaştığımız için bu felaketin bir ceza olarak infaz edildiğini söyleyen de var, bunun bir sınav olduğunu söyleyen de var. Nietzsche’nin kelimelere bilgece anlam yüklediği bir cümlesi var; "Yaşamak için bir nedeni olan herkes, hemen her Nasıl’ın üstesinden gelebilir.” Binlerce insanımızın yaşamını yitirdiği, sismolojik aletlerin kaydettiği en büyük felaketten sağ kurtulanlar, yaşananlara ekranlarından şahit olanlar bu doğal olaya anlam yüklemeye çalışıyorlar.
Jeolojiyi teoloji ile açıklama çabası
Depreme teolojik anlamlar yüklemeye çalışanlar kimi zaman kutsal metinleri bu minvalde yorumluyorlar. Kimi zaman da; yakın geçmişte verilen kararların bir sonucu olarak infaz edildiğimizi beyan ediyorlar. 15 Temmuz’dan sonra çıkartılan KHK’lar nedeniyle Allah’ın on ili cezalandırdığını söyleyen bile var. KHK’lar Ankara’da onanıyor ama cezayı bin kilometre ötedeki insanlar ödüyor. Depremdeki mesajı teoloji ile aramaya çalışmak elbette yanlış değil. Zaten ilk kelimesi ‘Oku’ olan kutsal kitabımızı okuduğumuzda karşımıza en çok şu soru soruluyor; “...hala aklınızı kullanmayacak mısınız?” Onlarca farklı ayette hep şu soruluyor; “hala akıllanmayacak mısınız?” aklını kullananlarla kullanmayanların bir olmadığı açıkça belirtiliyor. Bakara, Al-i İmran, En’am, Yunus, Nahl, Nur, Zümer, Yasin sureleri ilk aklıma gelen sureler. Açıp okumanızı öneririm.
Hala aklınızı kullanmayacak mısınız?
Deprem olayları gezegenimizin yaratıldığı günden beri meydana geliyor. Hatta iman edenler son saatin (kıyamet) deprem ile başlayacağını bilir. 99. sure olan Zilzal suresini okuyarak dediğimi teyit etmenizi öneririm. Görüşlerine çok değer verdiğim bilim insanlarından biri olan Prof. Dr. Naci Görür yıllardır şunları söylüyor; Türkiye bir deprem ülkesi, üç ana fay hattı Anadolu’nun etrafında sürekli hareket ediyor. Ve bu hareketler deprem yaratıyor. Her 500 yılda bir şu an deprem felaketinin yaşandığı Kahramanmaraş ve çevresinde yıkıcı bir deprem olduğunu biliyoruz. Görür’ün cümlesinin son kelimesi çok çarpıcı. “...biliyoruz” O zaman aklını kullanan insanın dilinin ucuna şu soru geliyor; biliyorsanız neden önlem almadınız. O da bu soruya şu cevabı veriyor; DPT’ye, valiliklere gittik anlattık projeler sunduk ama reddedildik. Yıkıcı depremlerin yaşandığı topraklara 1071 yılında adım atıyorsunuz ve yurt yapıyorsunuz. Bu topraklardaki medeniyetleşme serüveninizde barınma ihtiyacı için binalar, yapılar inşa ediyorsunuz ve defalarca depremlerde yıkılıyorlar. Aklını kullanan diğer kavimler daha yıkıcı depremlerle başa çıkabilirken medeniyetin beşiği olan topraklarımızda yüzlerce yıllık yapılar ayakta dururken, bir sene önce yapılan ultralüks sitelerde binlerce insan hayatını kaybetti. Hala aklımızı kullanmayacak mıyız? Hala akıllanmayacak mıyız?
Yaşamak acı çekmektir;
Yaşamak acı çekmektir; yaşamı sürdürmek, çekilen, karşı karşıya kalınan acılara bir anlam bulmaya çalışmaktır. Eğer yaşamımızda bir amaç varsa, acıda ve ölümde de bir amaç olmak zorundadır. Herkes bu amacı kendi başına bulmak ve bulduğu amacın ve cevabın öngördüğü sorumluluğu üstlenmek zorundadır. Bunu başarabilenler; onur kırıcı bütün rezilliklere karşın yaşamını sürdüreceklerdir. Bu felaketten kendi anlamını çıkarabilen ve bir amacı olanlar yaşamlarına devam edecekler. Ama erdemli olanlar verdikleri yanlış kararların sonuçlarını kabul edecekler. Erdemli olanlar...