İnsanlar kendilerinden, kendi gerçekliklerinden korkarlar. Özellikle de duygularından. Acı, korku, kaygı, özlem, hasret… Bunlar öyle duygulardır ki, bizleri çıplak bırakır hayata karşı. O yüzden çoğu zaman duygularımızı saklamaya, bastırmaya çalışırız.
Çünkü bize öğretilen şey nettir: “Zayıf görünme. Güçlü ol. Ağlama. Sus!”
Ama unuttuğumuz bir şey var: Duygular insanı insan yapan yegâne hakikattir. Acı, en derinimizdeki uyarıcıdır. Uyanışımızdır. Bir kaybın, bir arayışın, bir özlemin işaret fişeğidir. Acıdan kaçmak demek, kendi varlığımızı inkâr etmek demektir.
Sevgiye övgüler düzüyoruz her yerde. Filmlerde, şarkılarda, sosyal medyada… Ama iş sevginin sorumluluğuna geldiğinde bir anda kaçıyoruz. Çünkü sevgi sadece “güzel” bir duygu değil, aynı zamanda bir korkudur. Kaybetme korkusu. Bağlanma korkusu. Sevilmeme korkusu… Peki korkarken nasıl severiz? Sevgiyle nasıl başa çıkarız?
Bu sorunun cevabı aslında acıyı nasıl yaşadığımızda gizli. Acıdan korkarak yaşarsak, onu bastırırız. Ama acıya yaklaşmayı bilirsek, onun bize ne anlatmak istediğini duyabiliriz. Tıpkı bir annenin ağlayan çocuğuna sarılması gibi, biz de içimizdeki acıya sarılmalıyız. Çünkü o da bizim bir parçamız.
Geçtiğimiz günlerde bir baba, 9 yaşındaki kızını kanserden kaybetti. Gözyaşlarını tutmaya çalışarak “Ağlamayacağım, o beni güçlü görmek isterdi” dedi. Ama o gözyaşı dudak kenarından süzüldü gitti. İşte tam da orada insanın en gerçek hali vardı. Çünkü acıyı bastırmak değil, yaşamak cesarettir.
Acı bizi büyütür. Bir dostun kaybı, bir ayrılık, bir başarısızlık… Her biri bizi yeni bir biz yapar. Her biri kişisel devrimlerimizdir. Acı çekerken yalnız hissederiz ama aslında o yalnızlık, insanlığımızla en çok temas ettiğimiz andır. Bir şairin dediği gibi: “Acı çekmeyen insan, derinlikten yoksundur.”
Ancak modern toplum, duyguları kusur gibi gösteriyor. Ağlayan adama "zayıf", kaygılarını anlatan kadına "histerik" diyor. Halbuki toplumun gerçek dönüşümü, bireylerin duygularını sahiplenmesiyle başlar. Ağlayan bir insan, acısını inkâr etmeyen bir birey, sistemin çarklarını bozan bir direnişçidir aslında.
Bu yüzden diyorum ki, acınıza sahip çıkın. Onu bastırmayın. Utanmayın. Çünkü bir insan, duygularıyla vardır. Duygularınızı gizlerseniz, toplum size sahte roller biçer. Ama siz acınızı yaşarsanız, gerçekliğinizi korursunuz. Ruhunuzu örseleyen kalıpları değil, kendi iç sesinizi duyarsınız.
Duygularımızla yüzleşmeden insan olamayız. Acıyı yaşamadan sevginin kıymetini anlayamayız. Tıpkı gece olmadan gündüzün fark edilmemesi gibi. Unutmayın: Duygularımız eksik değil, tam olmanın ifadesidir. Ve bazen acı, en çok da bizi biz yapar.
Yorumlar
Kalan Karakter: