Yaşamak değil
Beni bu telaş öldürecek*.
* “Dokuza Kadar On” adlı eserinde Özdemir Asaf böyle yazmış.
Büyük usta bu mısraları yaklaşık yarım asır önce yazdığında dünya daha yavaş dönüyordu.
İnternet, cep telefonu, hızlı akan trafik, anlık mesajlaşma uygulamaları gibi pek çok teknolojik yenilik henüz hayatımıza girmemişti. En ivedi mesaj uygulaması mors alfabesi ile yazılarak ifade bulan mesajın karşı taraftaki operatöre gönderilmesi ve ardından posta görevlisine teslim edilerek motorlu taşıtla muhatabın adresine elden teslim edilmesine dayalı telgraf sistemiydi. Bazı evlerde bulunan telefonla haberleşme sistemi henüz çok yaygınlaşmamıştı. Peki büyük usta neden telaştan mustaripti? Bu iki mısralık mesajında üç anahtar kelimeyi tercih etmiş, ‘yaşamak, telaş ve ölüm’ Ölüm, yaşamın zıt anlamlı kelimesi iken o, telaşeyi yaşamaktan daha meşakkatli bir durum olarak tahayyül etmişti üstelik bundan yarım asır önce. Hem yazımızın konusunu daha renkli hale getirmek hem de daha farklı bir perspektiften bakabilmek için Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılmış bir deneyden bahsedeceğim.
Dünyanın en ünlü keman sanatçısı Joshua David Bell. 1967 doğumlu Amerikalı piyanist ve orkestra şefi. Dört yaşındayken keman dersleri almış. Beş yaşındayken ise ailesi ona bir keman satın almış ve sanat dünyasına ilk adımını bu şekilde atmış. Henüz 17 yaşındayken New York’ta bulunan dünyanın en ünlü konserlerinde çalmaya başlamış. O zamandan beri dünyanın en büyük orkestraları ve şefleriyle birçok kez sahne almış. Dünyaca ünlü keman virtüözü Bell ve Washington Post, insanların tepkisini ölçmek için 2007 yılında bir sosyal deney gerçekleştirdi. Deney dünyaca ünlü keman virtüözünün metro istasyonunun bir köşesinde kemanı eline alması ile başlar. Kimliğini belli etmeden verdiği mini konser, insanların zevk ve önceliklerini kapsayan sosyal araştırmanın bir parçası olarak tertip edilmiştir. Konser boyunca ünlü kemancının önünden 1000’e yakın insan geçmiştir. En az 35-40 kişinin ünlü müzisyeni tanıyacağını, 75-100 kişinin de durup dinleyeceği tahmin edilmiştir. 150 dolar da bahşiş toplayacağı düşünülmüştür. Fakat bu tahminlerin altı boş kalmış, ünlü müzisyen hak ettiği değeri görmemiştir.
Üç Buçuk Milyon Dolarlık Keman ile Metro Konseri
Kemancı çalmaya başladıktan ancak üç dakika kadar sonra, ilk kez orta yaşlı bir adam kemancıyı fark edip, yavaşlar ve birkaç saniye sonra da gitmek zorunda olduğu yere yetişmek üzere yine hızla yoluna devam eder.
Kemancı ilk bir dolar bahşişini bundan bir dakika kadar sonra alır. Bir kadın yürümesine ara vermeksizin parayı kemancının önüne koyduğu kaba atarak, hızla geçer, gider. Birkaç dakika sonra, bir başka adam duraklayıp, eğilerek dinlemeye başlar ancak saatine göz attığında, işe geç kalmamak için acele ettiğini belirten ifadelerle hızla yoluna devam eder. En fazla dikkatle duran ise üç yaşlarında bir erkek çocuğu olur.
Annesinin çekiştirmelerine rağmen, çocuk önünde durur ve dikkatle kemancıya bakar. En sonunda annesi daha hızlı, çekiştirerek çocuğu yürümeye zorlar. Oğlan arkasına dönüp dönüp kemancıya bakarak, çaresizce annesinin pesinden gider. Buna benzer şekilde birkaç çocuk daha olur ve hepsi de anne, babaları tarafından yürümeye devam için zorlanarak, uzaklaştırılırlar.
Çaldığı 45 dakika boyunca kemancının önünde sadece 6 kişi, çok kısa bir süre durur. 20 kişi duraklamadan, yürümeye devam ederek, para verir. Kemancı çaldığı süre içinde 32 dolar toplar. Çalmayı bitirdiğinde ise sessizlik hakim olur ve kimse onun durduğunu fark etmez, alkışlamaz.
Hiç kimse onun dünyanın en iyi kemancısı Joshua Bell olduğunu ve elindeki 3,5 milyon dolarlık kemanla, yazılmış en karmaşık eserleri çaldığını anlamaz. Oysa Joshua Bell’in metrodaki bu mini konserinden iki gün önce Boston’da verdiği konser biletleri ortalama 500 dolara satılmıştı.
Bu sosyal deneyden herkes kendi hesabına pek çok şey yazdı çizdi. Belki benimle aynı minvalde yazan ve çizenler de olmuştur. Sabah çalan alarmla güne başlayan, kendi meşrebine göre evden çıkabilmek için kafası kesik tavuk gibi bir sağa bir sola koşuşturan can havliyle evden çıktıktan sonra işyerine adım atana kadar üç haneli nabza sahip olan canlıya insan denir. 500 dolar verip dinlemek için konserine gittiği sanatçının önünden koşturarak giden canlıya ise telaşlı insan denir. Elbette hayat gailesi içerisinde hepimizin bir ‘İkigaisi’ var. Ancak tıpkı 21 gün teorisinde olduğu gibi günlük olarak sergilediğimiz tutum ve davranışlar alışkanlığımız oluyor. Haftanın beş veya altı günü bu şekilde telaşlı bir şekilde koşturan canlının, tatil gününde diğer günlerden daha farklı davrandığını düşünmüyorum. Hafta içinde sabahları işyerine, akşamları ise evine yetişmek için koşuşturan insanlar, aynı tutumu pikniğe giderken de sergiliyorlar. Öğrenilmiş çaresizliğe daha iyi bir örnek veremezdim sanırım.
Kuyruksuz Tilki
Tilkinin kuyruğu kayaya sıkışmış, kuyruğunu kurtaramayan tilki kuyruğunu kayada bırakmak zorunda kalmış. Kuyruksuz tilkinin neşeli, neşeli gezdiğini gören tilkiler neden mutlu olduğunu sormuşlar. O da kuyruğum olmadığı için çok mutluyum demiş. Diğer tilkiler de onun kadar mutlu olabilmek için kuyruklarını kesmişler. Ancak hiç birisi de mutlu olmamış tabi ki de.. Bu sefer içine düştükleri durumu normalleştirmek için kalan az sayıdaki kuyruklu tilkiyi aşağılamaya başlamışlar.
Çoğunluk onlara geçince bu sefer kuyruğu olanlarla dalga geçmeye başlamışlar. Bu temsilde olduğu gibi ‘hızlı, acele, ivedi, çabuk, telaşlı’ olduğu için işlerini, görevlerini zamanında tamamlamış olmanın verdiği çakma mutluluğu size pazarlamaya çalışan tilkilere kulak asmayın. Hayatın içinde olan güzelliklerin farkına varmadığı halde ‘mutlu’ görünen çok fazla insan var etrafımızda. İnanmayın onlara, zırva tevil götürmez. Bazen benim de bu fıtrattaki insanlarla yollarım kesişir ve beni de ‘gailesiz hareket etmekle’ yererler. Sanki atomu parçalayacak da benden Tanrı parçacığı bekliyor diye düşünürüm ve gülümserim. Doğayı gözünüzün önüne getirin, siz hiç çiçek açmak için acele eden tohum gördünüz mü? Bir an önce beş metre uzamak için kendini parçalayan fidanı gördünüz mü? (yazımın konusunu söylediğimde bana doğayı örnek veren benim için dünyadaki en değerli insana Kibele’ye buradan teşekkürlerimi sunuyorum) Doğanın kusursuzluğun ardındaki felsefe şudur; ‘yavaş düzgündür, düzgün hızlıdır’
Büyük ustanın dediği gibi, bizi yaşamak değil bu telaş öldürüyor. Güzel anlar, özel anılar yaşayabilmek için telaş belasından kurtulmamız ve dengeyi koruyarak etrafımıza odaklanmamız gerekiyor.