Geçtiğimiz günlerde kaleme aldığım “Kültür Yolu mu, Popülerlik Yolu mu?” başlıklı yazım üzerine, fikirlerine her zaman değer verdiğim kıymetli bir büyüğüm hemen ardından düşüncelerini benimle paylaştı. Yazdığı her satırı dikkatle okudum, altına imzamı koyarım. Söylediklerinin her biri şehir adına yüreğimize dokunan, gözümüzün önündeki eksikleri bir tokat gibi hatırlatan türden.
Bu nedenle, onun kaleme aldığı bu güçlü metni sizlerle de paylaşmak istiyorum. Çünkü bu yazı sadece bir eleştiri değil; aynı zamanda bir çağrı, bir davet, bir sorumluluk hatırlatması...
“Saat 21.45 ve WhatsApp’tan bir köşe haberi: Yusuf Agaşe kardeşimizin yazısını okudum. Çok etkilendim. Çünkü yıllardır bu şehrin içinde konuşulan, hayal edilen ama kimsenin açıkça dile getirmeye cesaret edemediği gerçekleri yazıya dökmüş.
Biz yıllardır Kayseri’nin festivallerle tanıtılması, dışarıdan misafir çekilmesi, gastronomisiyle, tarihiyle, maneviyatıyla öne çıkması için çırpınıyoruz. Ama bugün yapılan işlere bakınca üzülmemek elde değil. ‘Kültür Yolu’ adı altında düzenlenen etkinliklere milyonlarca lira harcanıyor, büyük sahneler kuruluyor, ünlü sanatçılar getiriliyor. Peki Kayseri’nin ruhu nerede? Pastırmamız, sucuğumuz, mantımız, tandır böreğimiz, el emeğimiz, manevi değerlerimiz, tarihi mirasımız nerede? Eğlenceye karşı değiliz elbette; coşku olsun, şehrimiz yaşasın... Ama yapılan işin adı kültürse, içeriği de kültür olmalı.”
“Evet, bu organizasyon Bakanlık projesi olabilir. Ama eğer biz sadece Kayseri ayağını gerçekleştiriyorsak, o zaman şehrimize özel festivalleri ayrıca kendimiz planlamak zorundayız. Adana'nın Portakal Çiçeği Festivali’ne bakın: Aylar öncesinden oteller doluyor, insanlar arabalarında yatıyor ama yine de katılmak istiyor. Çünkü Adana sahiplenmiş. Bizim de yapmamız gereken budur: Kayseri’nin öz değerlerini öne çıkaran, ilçeleriyle birlikte tüm şehri kapsayan festivaller düzenlemek.”
“Kayseri’nin doğu ve batı girişlerine 'Hoş geldiniz evliyalar şehri Kayseri’ye' ve 'Güle güle, lezzetler diyarı Kayseri’den' yazılı tabelalar asılmalı. Bu girişlerde tesisler kurulmalı; pastırmamız, sucuğumuz, yağ mantımız, tandır böreğimiz, baklavamız sergilenmeli. Misafir, şehre adım attığı anda Kayseri mutfağıyla tanışmalı; ayrılırken damağında Kayseri kalmalı. Ve bu sadece merkezle sınırlı kalmamalı. İncesu’nun üzümü, Pınarbaşı’nın peyniri, Sarız’ın kilimi, Özvatan’ın balı... Her ilçemiz zenginliklerini sunmalı. Büyük çadırlarla, alanlarla bu kültürel zenginlik tanıtılmalı.”
“Ancak asıl mesele, bu şehirde ‘birlik ve aidiyet’ ruhunun kaybolmuş olması. Düşünün ki Kayseri’nin en büyük markaları olan pastırma ve sucukta bile bir dernek yok. Ticaret Odamız var, binlerce üyesi var, ama bu konulara ‘kap kacak’ satar gibi yaklaşılıyor. Oysa Ticaret Odası sadece belge veren bir kurum değil; bu şehrin kültürüne, markasına, ticaretine yön veren bir güç olmalı. Birkaç esnafın sosyal medyada yaptığı bireysel tanıtımlar dışında ciddi bir hamle yok. Peki büyük firmalar nerede? Bu kadar marka değeri olan bir şehir ortak hareket edemiyorsa, bu Kayseri’ye yakışmaz.”
“Kayseri’nin büyükleri; Valimiz, Belediye Başkanlarımız, milletvekillerimiz, siyasi parti il başkanlarımız artık bu konuda bir araya gelmeli. Görüş ayrılıklarını bir kenara bırakıp bu şehir için birleşmeliyiz. Büyükşehir, sadece tabelada büyük olmamalı; vizyonuyla da büyük olmalı. Erciyes gibi bir değerimiz var, kış turizminde çok güzel işler yapıldı. Ama yaz turizmine yönelik projeler durdu. Murat Cahit Cıngı Bey döneminde büyük emekler verildi ama o milletvekili olunca projeler adeta rafa kaldırıldı. Erciyes A.Ş.’nin başına liyakatsiz atamalar yapılması, bu şehre haksızlıktır.”
“Vakıflar Bölge Müdürlüğümüz, İl Müftülüğümüz, Turizm İl Müdürlüğümüz gibi kurumlara da büyük sorumluluk düşüyor. Hazırlanacak her festivalde, Kayseri’nin tarihi, ibadethaneleri, medreseleri, geçmişi anlatılmalı. Broşürlerle, sergilerle, tanıtım materyalleriyle bu desteklenmeli. Müze kültürümüz çok zayıf. Basın camiamız güçlü ama bir Basın Müzesi hâlâ yok. Ticaret Odamız, geçmişin ticaret hayatını yaşatacak bir Esnaf Müzesi açmalı. Sadece sahne kurarak, sanatçı getirerek bu şehir tanıtılamaz.”
“Kayseri büyük bir şehir, ama adıyla değil; yaptıklarıyla büyük olmalı. Bu şehirde yaşayan herkesin, yöneticisinden esnafına kadar herkesin sorumluluğu var. Milyonlarca lira sadece sahneye, ışığa, konserlere harcanmamalı. Bu şehrin gerçek değeri sahnede değil; taşında, toprağında, el emeğinde, gastronomisinde ve maneviyatındadır. Kayseri’nin festivalleri Kayseri’nin ruhunu yansıtmalı. Gelen misafir burada sadece bir konser değil, bir medeniyetin izini görmeli.”
“Sevgili Yusuf Agaşe kardeşim, senin yazın beni derinden etkiledi, heyecanlandırdı ve sorumluluk hissettirdi. Bu yazıyı da bir dostun olarak sana gönderiyorum. Allah rızası için rica ediyorum; bu şehri harekete geçirecek şekilde nasıl paylaşırsan paylaş. Çünkü Kayseri buna layık. Çünkü Kayseri’nin susmaya değil, ayağa kalkmaya ihtiyacı var.”
Her kelimesi vicdanı sızlatan bu yazıya katılmamak elde değil. Artık "mış gibi" yapmanın, günü kurtarmanın, etiketlere sığınmanın zamanı geçti. Bu şehir gerçekten büyükse, bunu göstermeli. Kültür sadece konserden, eğlenceden ibaret değil; bir şehrin kimliğidir. O kimliği yaşatmak ise hepimizin görevi.
Yorumlar
Kalan Karakter: