Geçtiğimiz gün kızımın lisesindeki veli toplantısına katıldım. Her anne-baba gibi heyecanla, çocuğumun eğitim hayatı hakkında bilgi almak, öğretmenleriyle tanışmak istedim. Ancak toplantı boyunca yaşadığım duygular, umut ile hayal kırıklığı arasında gidip geldi.
Önce sınıf öğretmeni söz aldı. Aynı zamanda edebiyat öğretmeni olan bu değerli insan, güzel diksiyonu ve yürekten konuşmasıyla hem çocuklara hem biz velilere umut aşıladı. “Bu çocuklar bizim geleceğimiz, onları kazanmadan ülke kazanamaz. Gelin birlikte çalışalım, birlikte başaralım,” dedi. Ardından rehber öğretmen sözü aldı. O da aynı kararlılıkla, çocuklarımızın bireysel farklılıklarına saygı duyan, onları motive eden bir yaklaşım sergiledi. İçimiz rahatladı, geleceğe dair içimizde bir kıvılcım oluştu.
Ancak bu kıvılcım, ne yazık ki matematik öğretmeninin sözleriyle neredeyse sönme noktasına geldi.
Kendisi konuşmasına, “Ülkemizde binlerce üniversite mezunu işsiz. Bu çocuklardan üniversite kazanabilecek çok az. Vakit kaybetmeden meslek edindirin, üniversite hayali kurdurmayın,” diyerek başladı. Ardından da “Babamdan kalma köy evini tamir ettirdim, bir usta geldi bir günde benim bir ayda kazandığımın iki katını aldı. İşte gerçek hayat bu,” diyerek örnek verdi.
İşte orada artık kendimi tutamadım. Çünkü bir öğretmenin görevi, çocuklara geleceği daraltmak değil; ufkunu genişletmektir. Biz çocuklarımızı her sabah “Oku, öğren, hayalini kur, başarabilirsin” diyerek okula gönderiyoruz. Çocuklarımızın okulda ilk duyması gereken şey, “Sen yapabilirsin!” olmalıdır, “Sen yapamazsın!” değil.
Elbette meslek eğitimi önemlidir, elbette her çocuk aynı yolu izlemek zorunda değildir. Ama bu, bir öğretmenin çocukların önünde “Zaten işsiz kalacaksınız, okumayın” deme hakkını vermez. Hele ki bunu neredeyse gururla, örnekle pekiştirerek yapmak… Bu, eğitimciliğin değil; umutsuzluk aşılayıcılığının bir göstergesidir.
Öğrenciler her sözü dikkatle dinler, içselleştirir. Bir öğretmenin ağzından çıkan cümle, bir çocuğun kaderini belirleyebilir. Bu kadar etkili bir meslek, bu kadar sorumsuzca kullanılmamalıdır.
Bu ülke ancak nitelikli, umutla yetişen, özgüveni olan bireylerle yükselebilir. Ve bu gençleri yıkmak değil, yaşatmak için varız.
Milli Eğitim Bakanlığı'na da buradan seslenmek istiyorum: Eğitim kurumları, çocuklarımızın geleceğe tutunduğu dallardır. O dalları kıran zihniyetlere karşı mutlaka bir duruş sergilenmelidir.
Çocuklarımızın hayallerine ket vurmak, bir öğretmenin görevi değildir. O görev, onları hayata hazırlamak, yol göstermek, inandırmaktır.
Ve unutmayalım: Bir çocuğun geleceğine dair inancını kaybetmesine sebep olan her yetişkin, o kaybın sorumluluğunu da taşır.
Kalın Sağlıcakla...
Yorumlar
Kalan Karakter: