Her dönem aynı tiyatro sahnelenir bu memlekette.
Perde açılır, sahnede parmak havada vaatler, kameraya poz veren gülücükler, elini halkın omzuna koyup poz veren “halk adamı” profilleri...
Sonra ne olur biliyor musunuz?
Seçim biter, mikrofonlar susar, samimiyet oylarla birlikte sandığa gömülür.
Bir bakarsınız, o halkın içinden çıkmayan, çamurlu sokaklarda fotoğraf çektiren, köy kahvesinde çay içip reklamını yapan kişi artık sadece protokolde görünür.
Elini sıktığı çiftçiyi unutur, sırtını sıvazladığı esnafı hatırlamaz, verdiği sözler meclis duvarlarında yankı bulmaz. Çünkü onların "milleti" sandıktaki rakamlardan ibarettir.
Soruyorum size:
Milletin vekili olmak bu mudur?
Göstermelik ziyaretlerle, sosyal medya paylaşımlarıyla, kürsüde ezberlenmiş nutuklarla bu iş olur mu?
Vekil dedik mi; halkın sofrasına oturan, çilesini paylaşan, sessizlerin sesi olan insan gelir akla. Ama şimdi öyle mi?
Bir kısmı sadece genel başkana vekil, bir kısmı sadece cebine, kariyerine, ekranlara vekil.
Halk mı?
O, sadece seçim zamanları hatırlanan eski bir tanıdık.
Meclis koridorlarında adım attığınızda bunu çok net görürsünüz. Her biri "millet için çalışıyoruz" der ama yasa tekliflerini kimse okumaz, halkın derdini dinleyen kulak bulmak zordur.
Danışman ordularıyla, pahalı araçlarıyla, makam odalarıyla halktan kopmuş bir yapıdan söz ediyoruz.
Bana göre, artık bir ayrım yapmanın zamanı geldi:
Milletvekili başka şeydir,
Milletin vekili bambaşka.
Birincisi unvan taşır, ikincisi sorumluluk.
Birincisi meclis kürsüsüne çıkar, ikincisi halkın yüreğine girer.
Birincisi koltuğun bekçisidir, ikincisi milletin sesidir.
Ve biz gazetecilere de düşen, o kürsülerde kim milleti temsil ediyor, kim sadece kendini oynuyor; bunun hesabını tutmaktır.
Çünkü halk unutur ama kalem unutmaz.
Arşiv unutmuyor, tarih hiç affetmiyor.
Kalın Sağlıcaka....
Yorumlar
Kalan Karakter: